Bugün İnsan Kaynakları alanında değil, içimden gelenleri benim gözümden okuyucular ile paylaşmak istedim.
Doğduğumuz andan itibaren yaşamla bir mücadelemiz başlar ve bu mücadele bütün bir ömrümüz boyunca sürer. Aldığımız eğitimler, kişisel gelişim adına gittiğimiz kurslar, ailemiz ve sosyal çevremizin şekillendirmesiyle kişiliğimiz oturmaya başlar, değer yargılarımız netleşir. Tüm insanlar özlerinde iyidir aslında. Tüm felsefeler, dini inanışlar ve ritüeller insanların özünde iyi olduğu varsayımından hareket ederler ve ona göre evrensel temelli mesajlarını iletirler. Bu zor yaşam koşullarında özünü kaybetmeden yaşayabilmek son derece büyük bir erdem.
Ticaret yapıyorsanız, hileli yada eksik gramajlı ürünler satmamak, halkın sağlığı ile oynayacak ürünleri üretmeden rekabet edebilme dürüstlüğünü gösterebilmek aslında ticarette bir insanda temel ilkeler olmalıdır. Ama bir bakıyorsunuz durum tam tersi oluyor. Sadece ticarette mi bir yozlaşma var? Elbette hayır. Eğitim sistemimizde, iş hayatımızda, aile hayatımızda kısacası toplumun her kademesinde bir yozlaşma kültürü hakim. İnsanlar sabah işlerine gitmek için yollara döküldüğü zaman onların yüzlerine bir bakın. Ne görüyorsunuz? Ben söyleyeyim; bir bıkkınlık ve bezginlik hali, yine zor bir güne daha başladık hadi hayırlısı bakalım ? Tarzında bir endişe kaplamış çehreler.
Etrafına pozitif bir enerji ile gülerek yaklaşan insanlara yapılan uzaydan gelmiş muamelesine şahit olmaktayız. İnsani değerlerin her geçen gün törpülendiği, güçlü güçsüzü her zaman ezer mantığı ile işleyen bir dünya düzeninde var olma savaşı veriyor insanlar. 50 sene öncesi ile günümüz dünyasını kıyasladığımızda, yarım asır önce teknolojik olarak son derece ilkel bir dünya düzeni görürken, insani değerler açısından da günümüzden çok daha ilerde olduğumuzu büyüklerimizden dinlemekteyiz .
Günümüzde ise bilim ve teknolojinin baş döndürücü bir hızla ilerlediğini fakat aynı hızla da insanların değerlerini yitirdiğine tanık olmaktayız. Burada insanların akıllarına gelen soru teknoloji bizi yozlaştırdı mı? Şeklinde oluyor. Teknoloji insanların hayatlarını son derece kolaylaştırıcı buluşları gün geçmiyor ki hayatımıza sokmasın. Bu gün cep telefonsuz, internetsiz, televizyonsuz, laptopsuz insanlara bir garip gözle bakılıyor. Adeta böyle insanlara teknoloji özürlü muamelesi yapılıyor. İnsanlar bir yerden bir yere seyahat ettiğinde ellerinde telefon ile vakit geçirmek istiyorlar.
Son teknoloji telefonlarda her türlü donanım mevcut olunca her şey elinizin altında olmuş oluyor. Dolayısı ile bu yönden bakarsak teknoloji faydalı bir şey. Ama teknoloji ile birlikte yaratılan tüketim toplumu her şeyi son hızla tüketen doymak bilmez bir iştaha sahip. Sosyal medya sürekli yeni markaları yaratarak insanların onlara sahip olma isteklerini bilinç altımıza işliyor ve x marka bir telefonu kullanmak yada y marka bir giysiye sahip olmanın toplumda prestij olarak algılandığı mesajını veriyor. Her şeyi son hızla tüketen insanlarda samimiyetsiz bir ruh hali egemen olmaya başlıyor.
Toplumsal ilişkilerimizde de samimi ve dürüst davranmamaya başlıyoruz. İşe geç kaldığımızda yada işe gitmediğimizde yöneticimize rahat bir şekilde bahane uydurup yalan söyleyebiliyoruz. Hızlı tüketim bizlerin de değerlerini ve inançlarını tüketen bir noktaya getirdi. Aç gözlü, çıkarcı, etrafındaki insanlara saygı göstermeyen, benmerkezci bir zihniyetle yaşar bir hale geldik. Tüm dostluklarımızı ve arkadaşlıklarımızı çıkara endeksli kurmaya çalışıyoruz.
Sosyal mecralarda toplumsal statüsü güçlü insanları ağımıza ekliyoruz. Onların alakalı alakasız gönderilerini beğenip yorum yazıyoruz. İş yerimizde yöneticilerimize samimi davranmadan övgüler yağdırıyoruz. Neden peki? İnsanoğlu yaratılışından beri güçlü olanın yanında olma dürtüsüyle hareket etmiştir. Dolayısı ile bu noktada samimiyetsiz bir yaklaşım sergilenmektedir.
Etrafımızdaki yoksul ve güçsüz insanları görmezden gelerek, güçlü insanlarla bağ kurmayı bir yaşama bakış felsefesi olarak mı algılamalıyız? Yolda her gördüğümüz kediye ve köpeğe elimizdeki sandiviç ten biraz vermemiz elbette ki çok güzel bir davranış şeklidir ancak etrafımızdaki yoksul ve işsiz insanlara acaba bu şekilde yardım eli uzatıyor muyuz? Bu konuda kendimize eleştrel bir bakış açısı ile hiç yaklaştık mı? Teknolojinin faydası elbette yadsınamaz ama insanları ülkeler arası digital olarak bir saniye gibi kısa bir sürede yakınlaştıran teknolojinin bizlerden bazı değerleri de uzaklaştırdığı kesin.İnsana saygı anlayışı, ikili iletişim, yardımlaşma ve samimiyet duygularımız bu tüketim çılgınlığı içerisinde yok olup gidiyor.
Elimizdeki değerlerin kıymetini bilelim ve onların yok olmasına müsade etmeyelim. Bu değerler bizim toplumsal çimentomuz ve harcımızdır. Bunların eriyip gitmesi bir yerde toplumsal dejenarasyona sebep olmaktadır .Dolayısı ile her insan kendine gereken dersleri çıkarmalı ve toplumsal değerlerine sahip çıkmalıdır. Ahlaki ve kültürel olarak ve toplumun her kademesinde yaşanan bu dejenarasyonun önlenmesi, şüphesiz ki eğitimli insanların çoğalıp bu değerlere sahip çıkması ve gelecek kuşaklara da bu değerleri aktarması ile mümkün olacaktır.
Mesut YÜKSEL
2 yorum:
Kesinlikle çok güzel ifade edilmiş. Tabi ki önemli olan bu değerlerin sürdürülebilir olması hatta yaşam biçimi olması. Maalesef dijital dünya zaman geçtikçe bu değerleri elimizden alıyor... Elinize sağlık...
Teşekkürler Seda Hanım yorum ve düşünceniz için.Digital dünya hayatımızı kolaylaştırsa da birçok değeri de bizlerden uzaklaştırdığı kesin...
Yorum Gönder