21 Mart 2015 Cumartesi

ÇİKOLATA VE ÇALIŞAN KARAKTER ANALİZİ


   

Çikolatanın Kısa Tarihçesi:

Milattan önce, büyük olasılıkla Olmeklerden oluşan bir grup, Güney Amerika'da kakao ağacı yetiştirir. Mayalar, bir hayvanın bu ağaçtan bir meyve kopardığına tanık olur. Mayalar zamanla bu çekirdekleri nasıl kullanacaklarını öğrenirler. M.S. 600 yılında, Mayalar çikolatalı bir içecek yaparlar. Efsaneye göre, Aztek kralı Moctezuma günde 50 fincan çikolata içiyordu. Azteklerde ve Mayalarda çikolata içmek önemli bir olay sayılırdı. Mayalarda daha çok kraliyet ailesi için uygun görülen bu içeceği sıradan insanlar çok özel durumlarda içebiliyordu.

Azteklerde ise yöneticiler, rahipler, rütbeli askerler, onurlandırılmak istenen tüccarlar bu özel içeceği tadabiliyordu. İspanyol kâşifler Kristo Kolomb ve Hernán Cortés in, 16. yüzyılda Orta Amerika ya yaptıkları gezide Aztek kralı Moctezuma bu çikolatalı içeceği kaşiflere sunar. Kaşifler bu içeceği vatanlarına götürüp hazırlamasını öğretirler. Bu, Mayalar ile Azteklerin öğütülmüş kakao çekirdeklerinin suyla karıştırılmasıyla elde ettikleri bir içecektir.

Aztek dilinde "ekşi, acı içki" anlamına gelen "xocoatl" adındaki bu içeceği Aztekler, içine biber ve başka baharatlar katarak soğuk olarak içiyorlardı. İspanyollar ise aynı içkiyi şekerli olarak içmeye başladılar. 80 yıl sonra, İngiltere'de içecek yapılmak üzere katı çikolata satılmaya başladı. Böylece katı çikolata satan "çikolata evleri" bütün Avrupa'ya yayıldı. 1700'lü yıllarda İngilizler bu içeceklere süt katmaya başladılar. Türkiye'nin ilk yerel üretim yapan çikolata fabrikası ise, cumhuriyetten üç yıl sonra, 1927'de Feriköy'de kuruldu. Bugüne kadar bulunan en eski çikolatanın izlerine 2600 yıllık bir çömleğin içinde rastlanmıştır.
 

Satırlarıma başlarken çikolatayı icat eden kişi asırlar sonra bu tatlı besini birilerinin çıkıp ta iş dünyası ile ilintili bir yazının içine malzeme yapacağını sanırım düşünmemiştir. İK ile ilgili birçok yazı okudum ve yazdım. Çikolata ve İş dünyasının  iç içe olduğu bir yazıya rastlamadım varsa da ben bilmiyorum . Kafamda neden ikisini bir yazıda kullanmayım? Şeklinde bir fikir belirdi. Malum ya çikolata insana yediği zaman beyninde mutluluk hormonlarını aktif hale getiren endorfin salgılatır ve bu yönüyle bilim adamları bile mutsuz olduğunuzda biraz çikolata yiyebilirsiniz şeklinde tavsiyede bulunur.

Kaliteli bir çikolatanın damakta ve beyinde bıraktığı haz duygusu birçok keyifli hobinin bile önüne geçmektedir. Her damağa ve zevke hitap eden çikolata her yerde satılmaktadır. İşin sırrı doğru seçimi yapmaktan geçmektedir. İş dünyası da aynen böyledir. Her çeşit insanların çalıştığı işletmelerde değişik karakterde olan çalışanlar herkesin damağında farklı bir tat bırakır.

Peki  çikolatalar ile çalışan yada yöneticilerin karakter analizini yapar isek ortaya nasıl bir sonuç çıkarabiliriz?
     
  • Bitter Çikolata: Baskın karakterli ve otoriter çalışan yada yöneticilere benzetebiliriz. Rengi ve kokusu keskin olan bitter çikolata ağızda baskın bir hale geldikten sonra yoğun aromasıyla hafızamızdan uzun süre silinmeyecek bir tat bırakır.
  • Sütlü Çikolata: Daha ılıman ve sakin çalışan yada yöneticilere benzetebiliriz. Çikolatanın içerisinde bulunan süt daha sakin bir karaktere dönüşmenize neden olacaktır. İnsan ilişkilerinde daha pozitif ve takım çalışmasına yatkın tipleri sütlü çikolataya benzetebiliriz.
  • Beyaz Çikolata: Bu tip çalışan yada yöneticiler genelde renklerini asla belli etmezler. İyi mi yada kötü mü olduklarını pek anlayamazsınız. Pek dialoğa girmekten hoşlanmazlar, az ve öz konuşurlar ve ser verip sır vermezler.
  • Fıstıklı yada Fındıklı Çikolata: Bu tip çalışan yada yöneticiler dışarıdan gelecek her türlü söz yada etkinin tesirinde kalarak karar verme eğiliminde olabilirler.
  • Sürpriz Yumurta: Bu tip bir adayı İK işe aldığı zaman işletmenize pozitif anlamda da katkısı olabilir negatif anlamda da :) adı üstünde sürpriz yumurta! ne çıkacağı belli olmaz?.
  • Dolgulu Çikolata: Bu tip çalışan yada yöneticiler genelde dıştan çok sert ve otoriter gibi görünse de içlerinde yufka bir yürek taşırlar. Bu da krema dolgusunun yumuşatma etkisinden kaynaklanmaktadır:) Hulisi Kentmen modeli Yönetici de diyebiliriz:)
  • Meyveli Çikolata: Enerjisi ile bulunduğu her ortamda neşe saçan ve genelde pozitif bir bakış açısına sahip olan yönetici ve çalışanları bu çikolataya benzetebiliriz.
  • Sıcak Çikolata: Bu tip çalışan yada yöneticiler sıcaklıklarını muhafaza ettiği zaman verim alınan tipte insanlardır. Onlardan verim alabilmek için sürekli ateşleyici sözer söyleyip motivasyonlarını yüksek tutmak zorundasınızdır. Aksi halde soğuduklarında katılaşırlar ve verimleri de düşme eğilimi gösterebilir:)
  • Pralin: Sözlükte bir lokma büyüklüğünde ve birçok karışımından oluşan çikolata olarak tanımlanmış olan pralini ben yaratıcı ve yetenekli çalışan yada yöneticilere benzettim. İçerisinde her türlü zenginliği ve rengi barındıran bu kişilikler, işletmeyi geleceğe taşıyabilecek vizyoner  bakış açısına  sahip insanlardır denebilir:) Bu yönüyle Liderleri praline benzetebiliriz.


Bu yazıyı yazmamdaki amaç beyinlerde hoş bir tat ve yüzlerde bir tebessüm bırakabilmek. Elbette ki yukarıdaki eşleşme ve benzetmelere katılmayanlar olabilir ancak bu eşleşmeler tamamen benim şahsi fikrimdir. Günümüz dünyasında oldukça stresli ve zor bir hayat yaşıyoruz. Mutlu olabilmek  için zaman zaman kendimize küçük ödüller vermek bizi rahatlatacaktır. Bunun da  en ucuz ve kolay yollarından birisi bir çikolata yemektir. Çok uzun bir süre olmasa da bir süreliğine bizi rahatlatıp mutlu edecektir. Herkese çikolata tadında bir hayat diliyorum.Sevgiyle kalın!


Mesut YÜKSEL


Çikolata Tarihçesi Kaynak:Wikipedia

17 Mart 2015 Salı

İK' DA ADAYLARA ALTERNATİF YARATMA SORUNU




İnsan Kaynakları çalışanları olarak bir adayın işletmeye kazandırılması noktasında yoğun bir süreç geçirilmektedir. Önce pozisyon için gerekli kriterler seçilir ve bu kriterleri içeren bir ilan metni kariyer portallarına çıkılır. Aday havuzu yeterince başvuru aldıktan sonra havuzdan ilan kriterleri ile örtüşen yeterince adayın CV si çekilir ve bu adaylardan ulaşılabilinenler tek tek mülakata davet edilir. Mülakatta adayın ilan metninde istenen yetenek ve becerilere sahip olup olmadığı sınanarak bir karara varılır. Bu karar neticesinde birçok aday elenir.
Oysa elenen adayların içerisinde işletmeye farklı pozisyonlarda değer katabilecek bir aday olduğunu hiç düşünebildik mi? Çok yakın bir dostumun bir tanıdığı Amerika Alaska eyaletinde ikamet ediyor ve büyük bir gıda firmasına iş başvurusunda bulunuyor. Kendisi görüşmeye çağırılıyor fakat firma ikametine oldukça uzak bir noktadaymış. Kendisi firmaya iş görüşmesi için gittiğinde İK yöneticisine Kurumsal İletişim mezunu olduğunu ve o bölümle ilgili bir iş istediğini söylüyor.

İK yöneticisi;"senin azmini ve özgüvenini sevdim fakat seni o pozisyon için değil de arşiv pozisyonumuz için işe alabilirim. Bu sayede firmamızın geçmişini ve neler yaptığını o bölümde çok iyi tanıma imkanı bulabilirsin. Çalışma azminle  de istediğin bölümü hak ettiğini göster bana" şeklinde konuşma yapıyor.

Yani adayın istediği bölüm olmasa bile İK onu kazanmak adına farklı bir alternatif sunuyor ve ileride istediği bölüme geçebilme yolunu da açık tutuyor. Peki Türkiye'de uygulanan İK anlayışına dönersek nasıl bir uygulama yapılıyor? Onca mülakat sürecinin sonunda bazen olumlu adaylar bile İK tarafından elenebiliyor ve elenen adaylar için çoğu zaman o firmada tüm iş imkanları İK tarafından kapatılmış oluyor.
Adaylara mülakat sonrası alternatif yaratabilmek firmanıza neler katabilir?
  • İnsana saygı ve değer anlayışının işletme politikanıza yerleştiğinin göstergesi olur.
  • Adaylara alternatif yaratarak  işletmenize sadık çalışanlar elde edebilirsiniz.
  • Karakteri işe al yeteneği eğit sözünü firmanızda gerçekleştirmiş olursunuz.
  • Evrensel İK anlayışını ve doğru olan bir uygulamayı firmanızda uygulamış olursunuz.
  • Marka değerinizi yükseltmiş olursunuz.
  • Kariyer yollarının firmanızda açık olduğunu adaylara göstermiş olursunuz.
  • İşletmenizin tercih edilebilirliğini arttırmış olursunuz.
Örneğin İK uzmanı olarak başvuru yapmış bir adaya o an için İK da şans vermeyebilirsiniz ve onu idari işler bölümünüzde bir boşluk varsa oraya yönlendirme yaparak kazanabilirsiniz. Daha sonra şartlar müsait olunca o kişiye İK da bir şans verebilirsiniz. Bu çeşit bir İK yaklaşımı doğru olan ve evrensel geçerliliği olan, yani yeteneği yok eden değil, kazanan bir yaklaşım şeklidir. Elbette büyük işletmelerde alternatif imkanı daha fazla olacaktır.

Ancak öyle olsa bile İK nın bakış açısı adaylara alternatif yaratma konusunda önemli rol oynamaktadır. Adaylardan kişiliğini ve özgüvenini olumlu bulduğunuz halde mülakat sonrası küçük nedenlerle elemek zorunda kalacağınız adaylara işletmenizde varsa farklı bir pozisyonda şans vermeye çalışın. Bu şekilde karakteri işe alıp yeteneği eğiterek, işletmenizde evrensel ik anlayışını yerleştirip sadık ve güvenilir çalışanlar yaratabilirsiniz.

Mesut YÜKSEL

11 Mart 2015 Çarşamba

İK DA YARATICILIK ALGISI



Yaratıcılık, olmayan bir şeyi hayal edebilme, bir şeyi herkesten farklı  yollarla yapabilme ve yeni fikirler geliştirebilme yeteneğidir. Başka bir deyişle yaratıcılık herkesin gördüğü şeyi aynı görüp onunla ilgili farklı şeyler düşünebilmektir.Yaratıcılık günlük olaylara ve nesnelere herkesten farklı bakabilmek ve farklı yaklaşım tarzı geliştirebilmektir. Yaratıcılık, olağan, günlük şeylerin özel olmasını, özel şeylerin de daha çok günlük hayata girip doğal şeyler olmasını sağlar.
 
Yaratıcı bireyin özelliklerinden birkaçı;
                
-Meraklıdır, Öz kanıtlama içerisindedir, Özgürdür ,Yüksek üretim gücüne sahiptir, Başarılıdır.
 
-İlgi alanları çok yönlüdür ,Estetiksel yargı içindedir ,İçe dönük bir yapısı olabilir, Coşkuludur.

-Önsezilidir ,Etkileyendir.
                        

İnsan Kaynakları olarak bazen verilen ilanlara eklenen "Yaratıcılık" kavramını ne kadar yakından tanıyoruz? Adaylarda olmasını istediğimiz ve verdiğimiz ilanlara da önemli bir kriter olarak eklediğimiz yaratıcılığı acaba mülakatlarda yakalayabiliyor muyuz? Bir İK cı olarak iş arayışım sırasında bir çok görüşmeye çağrıldım. Mülakatlarda karşımda beni sınayan İK cı ların bana dair yeterice bilgi sahibi olmadan mülakata başladıklarını gözlemliyorum.
 
Firmamıza ne katacaksınız sorusunun altında aslında yaratıcı (üretken) ve yetenekli birimisiniz? Sorusu yatmaktadır. Ancak blog yazan birisi olarak beni mülakata alan tüm İK cıların CV mde yazmasına rağmen 1 tane bile blog yazımı okumadan beni sınadığını görmekteyim. Blog yazarlığı üretmek (yaratmak) ve yeni fikirler geliştirerek  sektöre farklı bir bakış açısı katmak olduğuna göre dolayısı ile bunun gibi oldukça önemli olan bir özellik İK tarafından daha en başından değerlendirilmeden çöp tenekesine atılabiliyor.
 
Aslında burda İK kendisi ile çelişen bir hale geliyor çünkü ilana verilen yaratıcı ve üretici olma özelliğini kendisi sınamamış ( değerlendirememiş ) oluyor. Yetenekli ve yaratıcı olmak İK tarafından hep bir "Marka" takıntısı ile değerlendirilme yanlışına kurban giden iki önemli olgudur. Marka bir üniversiteden mezun olmak yada sektörde isim yapmış bir firmada çalışmış olmak İK tarafından genelde yetenekli ve yaratıcı bir adaymışsınız gibi  algılanıyor.
 
Oysa durum gerçekten böyle midir? Marka yerlerde çalışmak yada marka bir üniversiteden mezun olmak çoğu zaman yetenekli ve yaratıcı olduğunuz anlamına mı gelir?  Blog yazmıyorsanız, sanatın herhangi bir dalı ile ilgilenmiyorsanız ve bir şeyler üretmiyorsanız aldığınız diploma size yaratıcılık katmaz. Sadece İK da yanlış bir yetenek algısı oluşturur.( Eleştirdiğimiz kısım da tam burasıdır.)
 
Peki firmanız yaratıcı yeteneklere şans verme konusunda ne kadar hazır ve istekli?

Birçok firma "yeni ve yaratıcı yetenekleri keşfedip onlarla değer kazanarak geleceğe emin adımlarla yürümek temel politikamızdır" gibi sloganvari söylemler geliştirir fakat daha en başında adayları sırf CV sinde marka bir isim göremediği için eleme yoluna gider. Dolayısı ile aday seçimlerinde firmaların samimiyetlerini ve gerçekten markaya değil de yeteneğe ve yaratıcılığa değer verdiklerini adaylara hissettirmesi gerekmektedir.
 
Yine bazı firmalar yetenekli ve bilgili insanları sırf bu özelliklerinden dolayı elemekteler. İK bazen bilgi ve yaratıcılıktan ziyade itaatkar bir çalışanı işe almayı tercih ediyor. Bu bakış açısı  binlerce yeteneğin İK tarafından heba edilmesi demek olmaktadır. Dolayısı ile daha en başında firmanızda boş bir pozisyon için kariyer portallarına verdiğiniz ilanda geçen "Yetenek ve Yaratıcılık" gibi kavramların mülakat esnasında adaylarda bulunup bulunmadığı yeterince sorgulanmadan bir karara varılmaktadır. Bu çelişki ve yanlıştan firmalar yol yakınken dönmelidir. Aksi halde firmalar Yetenek keşfediyoruz diye yeteneği yok eden bir İK anlayışını bünyelerine yerleştirme yanlışına düşmüş olurlar.   

Adil ve objektif kriterlerin esas alındığı ve mülakatlarda marka dan ziyade yaratıcılığın ve yeteneğin esas alındığı bir İK modeli evrensel geçerliliği olan bir sistemdir. Kaynağına insanı temel almış olan bir disiplinin elbette ki insana saygı ve değer anlayışı gereği evrensel geçerliliği olan kural ve kaideleri işlerlik kazandırması gerekmektedir. Dolayısı ile İnsan Kaynakları Yönetim Sisteminin uygulandığı tüm alanlarda artık bu ve benzeri yanlışları görmekten ziyade genel geçer ve kabul görmüş ilkelerin İK da tesis edilmiş olması doğru olan yaklaşım şeklidir. Yaratıcılık ve yetenek oldukça özel ve her insanda bulunmayan iki özelliktir. Bu iki özellik firmalarda bulunduğu taktirde inovasyon ile firmalar geleceğe sağlam adımlar ile yürüyeceklerdir.
 
Mesut YÜKSEL

7 Mart 2015 Cumartesi

İNSAN İLİŞKİLERİNDEKİ SAMİMİYET

İnsan olmanın getirdiği en önemli hususların başında karşımızdaki insanlarla kurduğumuz samimiyet ilişkisi gelmektedir. Samimiyet kavramı ile cıvıklık ve yapaylık arasında ince bir çizgi bulunmaktadır. Bu çizgiyi muhafaza ederek ilişkilerinde yapmacıklıktan uzak sıcak ve samimi bir havada iletişim kurabilme becerisi her insanda bulunmayan bir özellik.

Günümüzde etrafınızdaki arkadaşlarınıza dostlarınıza bir bakın? sizinle neden samimi bir ilişki içerisindeler? toplumsal statünüz iyi olduğu için yada iyi bir işiniz olduğu için olabilir mi acaba? yada ticari bir ilişki içerisinde olduğunuz insanlarla ilişkilerinizi düşünün? arada bir çıkar ilişkisi söz konusu olduğu için aslında sizi bağlayan kavram "çıkar" olmaktadır.

Dolayısı ile genelde çok eski arkadaşlıklar ve dostluklar hariç (Onlarda bile zaman zaman çıkar egemen olmaktadır) sizden bir çıkarı olmayan insanlar sizinle samimi bir ilişki içerisinde olmak istemiyorlar. Bırakın bir ilişki içerisinde olmayı size selam dahi vermeyi bir külfet olarak görüyorlar. Teknoloji ve yenilikler hızla hayatımıza giriyor ve bizim insan ilişkilerimizi yapaylaştırıyor. Samimiyet gibi güzel bir yaklaşımı insanlar artık çıkara endeksli gösteriyorlar.

Sosyal mecralarda ağımıza toplumsal statüsü güçlü insanları ekliyoruz fakat ikili iletişime girmekten imtina ediyoruz. Facebook, linkedin ve tweetter gibi sosyal ağlarda yüzlerce binlerce bağlantımız bulunuyor ancak bunların kaçı ile yüz yüze iletişim kurabildik? Orada sadece fotoğrafından tanıdığımız ve paylaşımlarından takip ettiğimiz insanlar topluluğu bulunuyor. Yediklerini ,içtiklerini, tuttuğu takımı, ailesini, düşünce yapısını sanal olarak takip ettiğimiz insanlar topluluğu.

Oysa hiçbirisi ile boğazda çay içmemin sıcak ve samimi yönünü paylaşmadık. Birlikte aynı yönde yürümedik, soğuğu ve sıcağı hissetmedik, samimi bir sohbeti paylaşmadık. Bu saydıklarımın maddi karşılığı elbette olamaz. Belki de ağımızda bulunan insanların bir çoğu ile çok güzel paylaşımlar içerisinde olabiliriz. Fakat insanlar artık cesur değil ve bağ kurduğu insanlardan da bir çıkar beklemekteler.

İnsan olma erdeminin içerisinde samimiyet ve sıcaklık duyguları da bulunmaktadır. İnsanlar gün geçtikçe yozlaşarak maddiyata endeksli bir hale geldiler. Dolayısı ile her türlü insan ilişkilerimizde çıkarı ön plana aldığımız için yapay ve samimiyetsiz ilişkiler ile yürüyen bir yaşam sürdürüyoruz. En önemlisi karşımızdaki insandan her türlü dürüstlüğü ve samimiyeti bekliyoruz fakat kendimiz çıkarcı ve samimiyetsiz bir biçimde insanlarla bağ kurmaya çalışıyoruz.

Değişime kendimizden başladığımız zaman insanların da bakış açısı değişecek ve herkes kendisine çeki düzen verdiğinde de daha samimi bir iletişim ortamı kendiliğinden gelişecektir. İnsan kendi eksikliklerini bilmediği sürece herkes ona göre hatalı ve yanlış olabilir. Ancak iç görü ve objektif bir biçimde meseleyi değerlendirdiğimizde her türlü değişimin kendimizde başladığının farkına varacağız.

İnsan ilişkilerinizde samimi olun!İnanın herkes en az sizin gibi sizden bunları bekliyor!


Mesut YÜKSEL

BLOG YAZILARI NEDEN YETERİNCE OKUNMUYOR?

Öncelikle şunu ifade etmek isterim ki blog yazmak ciddi emek işidir. Bir konu hakkında önce kafanızda tasarım yaparsınız, yazıya nasıl başlayacağınızı düşünürsünüz, konuyu giriş, gelişme ve sonuç olarak düşünüp gerekli görselleri de hazırlayarak yazınızı yazmaya başlarsınız. Blog kişinin özel bir dünyasıdır. Blog duygu ve düşüncelerin dış dünyaya açılan penceresi gibidir.

Bu yönüyle özeldir aslında. Düşüncelerinizi diğer insanların takdirine ve beğenisine sunmak ve onların yorum, eleştri ve beğenisini almak, blog yazarlarını bir sonraki yazı için adeta kamçılar. Tabi her yazdığınızı insanlar beğenecek diye bir şey de yok elbette. Bazı yazılar yeterince beğeni almaz fakat tam aksine çok sayıda eleştri alabilir. Bu tip yazılar yazmak genelde cesaret işidir. Blogger'lık biraz da görülmeyeni görüp bunu yazıya aktarabilme becerisidir bana kalırsa.

Eğer sektörel yazılar yazıyorsanız sektörde aksayan yönleri ve hataları kaleme dökebilme cesareti gösterebilmektir. Sanatsal bir blog açıyorsanız orada çok fazla eleştrel olmanıza gerek olmayabilir. Fakat sektörel bloglar da üretilen içerikler gerçekçi olduğu sürece okuyucu kitlesi tarafından beğenilmekte fakat içerikte eleştrilen yönler işveren tarafından pek sıcak karşılanmamaktadır. Dolayısı ile burda bloggerın yazıyı işleme cesareti ve sektöre bakış açısı içerik üretirken belirleyici etken olmaktadır.

Blog ve blogger lığa biraz değindikten sonra sosyal medya da dikkatimi çeken bir hususu sizlerle paylaşmak istedim. Blog yazıları yazıldıktan sonra çeşitli sosyal mecralarda insanların okumasına ve beğenisine sunulur. Burada gözlemlediğim kadarı ile insanlar blog yazılarını tıklayıp açıp okumaya genelde üşeniyorlar.

Gazetecilik mantığı ile hazırlanmış "Fotoğraf Üstü" yazılar daha çok okunup beğeni alıyor. Bu nedenle bloggerler tarafından üretilmiş olan bir çok değerli içerik, insanlar tarafından yeterince okunmuyor ve yazının içerdiği bilgilerden birçok kişi istifade edemiyor. "Bir tık" ile açılacak blog yazıları tabiri caizse bazen insanların üşengeçliğine kurban gidiyor.
Dolayısı ile bu yazı vasıtasıyla insanlara bir mesaj vermek isterim! Blog yazılarını daha fazla okuyun ve blogları tıklamaya üşenmeyin! Orada birçok faydalı bilgi görmenin yanında blog sahibini yazdığı yazılardan da analiz etme fırsatı yakalayacaksınız. Bloglara, blogger lara ve her türlü içerik üreten insanlara sahip çıkalım ve yazılan yazıları daha fazla okuyalım! yazılara ulaşmak bir "tık" ötenizde!

Mesut YÜKSEL

İNSANLIK ADINA BİR YAZI


İnsanoğlu varoluşundan itibaren evreni ve kendisini tanıma adına sürekli bir araştırma halinde olarak çeşitli görüşler öne sürmüştür. İçerisinde yaşadığımız evrende sınırlı bir hayat süren ve topluluk halinde yaşamak zorunda olan insan nasıl erdemli bir insan olabilir? Bu sorunun cevabını aramış ve çeşitli görüş ve felsefeler öne sürmüştür.

İlk çağ filozoflarının görüşlerini incelediğimizde insanlık erdemini "bilgili olmak kendini tanımak ve topluma faydalı bir insan olmak" olarak özetleyebiliriz. İlkel çağlardan itibaren insanlar daha kaliteli nasıl yaşayabilirim? Dürtüsünden hareket ile av hayvanlarını daha kolay avlama adına çeşitli aletler icat edip üretmişler, sonra ekip biçmeyi öğrenerek tarımsal alanda çeşitli yenilikler getirmişler ve canlanan bu sosyal kültür neticesinde üreten bir canlıya dönüşmüşlerdir.

Üretimin artması ile insanlar ürettikleri ürünleri pazarlayabileceği yeni şehirler, yeni pazarlar arayarak toplulukların sosyo kültürel kaynaşmalarını sağlamışlardır. Bu itibarla farklı etnik yapıda insanlar birbirleri ile ticaret yaparak etkileşim içinde olmuşlar ve bu etkileşim neticesinde hep daha iyiyi nasıl üretirim? Daha iyi ürünü nasıl alırım? Düşüncesi hakim olmaya başlamıştır.

Dolayısı ile sosyal, kültürel ve ticari ilişki içerisinde olan insanlar zamanla daha hırslı canlılara dönüşerek daha iyi yaşama adına güçlü güçsüzü yok eder düşüncesi ile hareket etmeye başladılar. Bu yaklaşım bir takım insani erdemleri zamanla yok etmeye başladı. İlk çağ filozoflarının öne sürdüğü "bilgili ve topluma yararı olan insan erdemli insandır" düşüncesi acaba toplumumuzda yeterince kabul gören bir davranış şekli midir?

Elbette erdemli insan olmanın yanında ahlaklı, dürüst, namuslu insan olma faziletleri de insan olma erdeminin içerisine dahil edebileceğimiz olgulardır. Çağımızda bilgiye ulaşmak internet sayesinde bir tık ötemizde. İsteyen istediği bilgiye anında ulaşabilecek imkanlara sahip. Dolayısı ile çağımızda normal insanlar aslında eski çağların filozofları kadar hatta onlardan çok daha fazla bilgiye sahipler. Madem yeterince bilgiliyiz o halde neden insani erdemlerimizi ve faziletlerimizi gün geçtikçe yitiriyoruz?

İnsanoğlu zamanla topluma faydalı bir insan olmaktan çok benmerkezci bir yapıya bürünerek sadece kendi çıkarları için yaşar bir hale geldi. Gündelik hayatımızda çevremizde sadece bize faydası olabilecek insanlar ile iletişim halinde olmayı tercih ediyoruz. Biri bizden bir şey istediği zaman yadırgıyoruz ve tepkide bulunuyoruz ama nedense başkalarından her şeyi istiyor ve bekliyoruz. Erdemli insan olmayı nasıl tanımlamıştık?

Önce kendisini tanıyıp bilgi sahibi olan sonra da topluma faydası olan insan olarak ifade etmiştik. Dolayısı ile günümüzde bir çok insan benmerkezci hırslı ve çıkarcı bir insan modeline dönüşüyor. Bu algı önce kendisine, sonra çevresine ve topluma hiçbir faydası olmayan insanlara dönüşmemizi tetikliyor. Sosyolojik açıdan meseleyi irdelediğimizde hiç de parlak olmayan bir toplumsal model ile karşılaşmaktayız.

Ticaret hayatında insanlar yeterince ahlaklı ve dürüst mü? Ürettiği yada sattığı ürünler yeterince kaliteli mi? Merdiven altı üretilen ürünler sağlıklı mı? Rakip firmalar gayri ahlaki yollara başvurarak birbirlerinin açığını kovalamıyor mu? Okulda arkadaşlarımız ile diyaloğumuz çoğu zaman çıkar üzerine mi kurulu? İş yerinde insanlar yeterince düzgün çalışıyor mu? İşverenler işçilerinin hakkını tam olarak verebiliyor mu? Her insan bu soruları vicdanına sorarak bir cevap aramaya çalıştığında net bir cevap bulamayacaktır.

Önce sen erdemli insan ol!, sonra çevrene örnek ol!, bu dalga toplumun tüm katmanlarına yayıldığında ortaya mutlu insanlar topluluğu çıkacaktır. Akıl, bilim ve medeniyetin yolu insanlığın yolu olmalıdır. Topluma faydası olan insanı "erdemli insan" olarak yorumlayan ilk çağ filozofları ve yüce dinimizin Peygamberi (SAV) "İçinizden en hayırlı olanınız insanlığa en faydalı olanınızdır"! hadis-i şerifleri bize insan olarak insanlara faydalı olmamızı öğütlemişlerdir.

Hangimiz çevremizde kime faydalı olduk? İşveren olarak İşsiz ve mağdur bir insana yardım eli uzatarak iş verebildik mi? Zengin ve varlıklı birisi olarak çevremizdeki yoksul ve muhtaç insanlara bir faydamız olabildi mi? Bir şeyler biliyorsak bunları yazıya aktararak topluma faydalı olabildik mi?Erdemli insan olmak zordur, ancak imkansız da değildir.

Önce vicdanlı bir insan olarak insanlığın tüm güzelliklerini kendimizde zuhur ettiğini düşünelim. Ahlaklı ,dürüst ve yardımsever bir insan olarak topluma faydamız bulunsun. Unutmayın!, bir insan yaptığı kötü işlerle de bir iz bırakabilir ve insanlık adına kara bir leke gibi tarihin tozlu raflarında yer alabilir. Önemli olan topluma faydalı bir insan olabilme erdemi ve kuşaktan kuşağa bırakabileceğiniz temiz ve şerefli bir isimdir!

Mesut YÜKSEL

SEVGİ ÜSTÜNE BİR YAZI



Sevmek ve sevilmek ne yüce bir duygudur!İnsanın yaradılışında yüreğine sevgi de konmuştur. Her insan  sevgi hissi ile doğar. Bu gelişim ve değişim içerisinde ailesel ve çevresel faktörlerin de devreye girmesi ile kişiliğimiz şekillenmeye başlar. Kişiliğimizin gelişim evresinde birçok etken içimizdeki sevgi hissini azaltabilir, törpüleyebilir hatta yok edebilir. Sevgisiz ve ilgisiz geçen bir çocukluk dönemi yaşayanlarda genelde bir travma hali yaşamlarının ileri evrelerinde açığa çıkmaya başlar ve bu tip kişilikler daha sert ve acımasız bir karaktere bürünebilirler.
 
Dolayısı ile burda çocukluk döneminde insanların gördüğü sevgi ve ilginin önemi açığa çıkmaktadır. Hayatımızın her alanında  attığımız adımı, başladığımız her işi ve çevremizdeki insan ilişkilerimizi anlamlı ve değerli kılan olgu sevgidir. Bir insan önce kendisini tanıyıp sevmelidir. Sonra tüm insanları olduğu gibi kabul edip en azından saygı duymalıdır. Herkes herkesi sevmek zorunda olmasa da medeni yaşam gereği saygı duymak zorundadır. Ailemizin fertlerine sevgi bağlarımız genelde çok kuvvetlidir.
 
Dostlarımıza, arkadaşlarımıza da güçlü sevgi hisleri besleyebiliriz. İş yerindeki arkadaşlarımıza da en azından saygı ve sevgi çerçevesinde mesai arkadaşlığı paylaşabiliriz. Toplumun her katmanında gün geçtikçe bir sevgisizlik ve ilgisizlik hakim olmaya başladı. İnsanlar artık samimi olarak birbirlerini sevmiyorlar, sadece seviyormuş gibi yapıyoruz. Hemen hemen tüm insani ilişkilerde bir yapmacıklık hali ve çıkara endeksli bir yaklaşım egemen olmaya başladı.
 
Sevginin olmadığı yerde merhamet ve yardımlaşma duygularımız da azaldı ve şiddet ve terör olayları toplumda sürekli artmaya başladı. İnsanlar artık can emniyetlerinden endişeli bir durumda sokağa çıkıyorlar. Sabah işe giderken akşam eve sağ sağlim döneceğimizden şüphe eder bir hale getirildik. Her an bir şiddet yada terör eyleminin ortasında kalabiliriz. Dolayısı ile toplumsal olarak sevgi konusunda rehabilite edilmeye ihtiyacımız var.
 
Doğayı, insanları, çiçeği ve böceği sevmeyen insan her an bir suç makinesine dönüşebilir. Kin ve öfke ile yetişen nesiller serseri mayın gibi birer tehdit unsuru olarak çevremizde yer almaktalar. Evde ailesinden, okulda öğretmeninden iş yerinde patron yada yöneticisinden sözlü yada fiziksel şiddet gören insanlar yaşamış olduğu travmaların etkisi ile sağlıklı bir düşünce yapısına sahip olmayacaklardır. İstatistiklere göre toplumumuzun %10 dan fazla bir kısmı depresyonda. Depresyon ilaçları almada rekorlar kırıyoruz. Bu hastalıklarının büyük çoğunluğunun altında yatan temel etkenin ilgisizlik ve sevgisizlik olduğunu görmekteyiz.
 
Sevgi ve ilgi her insanın hoşuna giden bir davranış şeklidir. Dolayısı ile sen nasıl  sevgi ve ilgi görmek istiyorsan karşındaki insana da aynı şekilde yaklaşırsan meselenin özüne inen bir davranış ile soruna çözümsel yaklaşmış olacaksın.
 

Hayata daha pozitif bakmak istiyorsan önce kendini sev, insanları karşılıksız ve çıkarsız sev, yolda yürürken elindeki sandviçten bir lokma kopar ve kedi yada köpeğe ver, bir çiçeği kokla, güneşin ışığında yıkan, ay ışığında dolaş, gündüzün iç açan aydınlığını ve gecenin huzur veren karanlığını sev. Aynaya baktığında zamanla değişen yüzünü ve bedenini sev. Şiir oku ve sanatın herhangi bir dalı ile ilgilenmeye çalış. Bu seni çok daha insancıl kılacaktır. Yaradılanı sev yaradandan dolayı sözünü düstur edin ve her canlıya sevgi ile yaklaş. Bir gün öleceğini unutma! ve arkanda bırakacağın sadece biriktirdiğin sevgi yumakları olacaktır!
 
 
Mesut YÜKSEL

HAYALLERİMDEKİ İK ANLAYIŞI




İnsanlık var olduğundan beri hep bir gelişim içerisinde olarak değişen çağ ile birlikte kişilik özelliğine de bir çok şey katıp günümüze kadar gelmiştir. Ancak insanoğlu var olduğundan itibaren yaradılışında bulunan erdemleri ve faziletleri gün geçtikçe kaybetmeye başladı. Kimse eskisi kadar saf ve masum değil artık. Yaşamanın son derece güç olduğu koşullarda hayatta kalma mücadelesi verebilmek artık insanları daha acımasız, daha hırslı ve duyarsız bir hale getiriyor.
 
Dolayısı ile adeta hayatımızın her anında yaşadığımız "surviver" mücadelesinin  ödülü de hayatta kalabilmek oluyor. İşsizler aylarca iş arıyor, onlarca firmaya cv atıyor fakat geriye dönen yok, İK departmanları birer CV mezarlığına dönmüş durumda. İşletmelerde şirket içi referans ile eleman almak yine hat safhada. Dolayısı ile bunca adaletsizliğin ve duyarsızlığın içerisinde yetenek, bilgi ve çalışma isteği bir anda çöp tenekesine atılıyor.
 
 
Hayallerimde Olan ve Gerçekleşmesini İstediğim İş Dünyası ve İK anlayışı Nasıl Olmalıdır?
  • Herkesin adil ve eşit bir şekilde mülakatlarda değer gördüğü ve markaya değil yeteneğe ve yaratıcılığa  odaklı bir İK anlayışı egemen olmalıdır.
  • Cinsiyet ayrımcılığının yapılmadığı mülakat süreçleri her işletmede uygulanmalıdır.
  • İş arayan adayların saatlerce boş yere bekletilmediği ve değer gördüğü mülakat süreçleri İK da hakim olmalıdır.
  • İK  mülakat sonrası  görüşme yaptığı tüm adaylara ( Olumsuz da dahil ) mutlaka geri bildirimde bulunmalıdır.
  • Şirket içi referansı olan adaylardan ziyade o iş için gerekli yetenek ve becerisi olan adayların işletmeye kazandırılması düşüncesi İK da tesis edilmelidir.
  • Kariyer portallarına  firmalar PR yapmak yada istatistiksel başvuru sonucu  almak için değil, firmaya eleman kazandırmak için ilan vermelidir.
  • İK derneklerinin ve İK cıların "Meslektaş Dayanışması" nda bulunması adına  işsiz İK cılara yardımcı olma vicdanına ve düşüncesine sahip olmalıdır.
  • Firmalara CV atarak şansını denemek isteyen adaylara firmalar en azından mail ile dönerek onlara değer verdiklerini hissettirmelidir.
  • Kaynağına insanı yerleştirmiş olan bir sektörde insana saygı ve değer anlayışı tüm adaylara ve firma çalışanlarına daha çok hissettirilmelidir.
  • İşletme çalışanlarının moral ve motivasyonunu yüksek tutmak ve onları kaynaştırmak adına İK zaman zaman sosyal aktiviteler düzenlemelidir.
  • İK Üst Yönetime karşı çalışanların haklarını korumalıdır ve onları enflasyon karşısında ezdirmeyecek zam politikalarını işletmede hayata geçirebilmelidir.
  • İK Adil ve Objektif kriterlerin esas alındığı ( yöneticilerin kapris ve egosundan uzak )  bir performans yönetim sistemini uygulamaya koymalıdır.
  • Tüm çalışanların Kariyer Yönetim Sistemi ile ileriye dönük kariyer haritaları çıkarılmalıdır.
  • İK Zirveleri, Konferansları ve bu gibi etkinliklerde konuşmacılar daha çok İK' da ki yeni gelişmeler ve güzel yönlerden bahsederken , biraz da sektörde yapılan yanlışlar ve eksiklikler de  ele alınmalı ve sektörün daha iyiye gitmesi noktasında çözüm önerileri getirilmelidir.
  • İşverenler yeni yeteneklere şans verme konusunda daha cesur ve kararlı olmalıdır.
  • İşletmeler inovasyona değer vererek kendilerini geleceğe hazırlama konusunda yoğun teknoloji ve eğitim yatırımı yapma anlayışını ( Fütürist bakış açısı ) işletme politikası olarak belirlemelidir.
  • İşletmelerde kar amacı gütmenin ve rekabetin yanı sıra birbirinin açığını kovalamadığı, sevgi ve saygı çerçevesinde  kaliteli hizmet ve üretim anlayışı egemen olmalıdır.
  • Linkedin platformu iş arayan ile işvereni sağlıklı bir şekilde buluşturan bir network olmalıdır.

İşletmeleri devletlere benzetebiliriz. Devletlerin bir kuruluş dönemi, yükselme devri, duraklama devri ve çöküş devri bulunmaktadır. İyi yönetilen devletler sonsuza kadar payidar kalacağı gibi iyi yönetilen ve geleceğe yatırım yapan işletmeler de gelecekte de var olacaklardır. Burada vizyon sahibi ve öngörüsü olan yöneticiler önemli rol oynamaktadır.
 
Markadan ziyade yeteneklere şans verip işletmeye kazandıran ve sürekli eğitim ve gelişim öngörüsü ile kariyer yollarını açık tutan bir İK yapısı işletmeleri gelecekte de var edecektir. Dünya ekonomileri ile rekabet edebilen bir ülke olabilme yolu, işletmelerde insana saygı ve değer anlayışının egemen olmasından geçmektedir. Her alanda biraz daha cesaret ve anlayış ile ancak  hedeflerimize ulaşmamız mümkün olacaktır.
 
Mesut YÜKSEL
 
 
 
 
 

 
 


2 Mart 2015 Pazartesi

CESUR VE YÜREKLİ OL!

 
 

 
    
Her insanın doğası gereği mizacı farklılık gösterebilir. Kimisi a sosyal, kimisi çok sosyal, kimisi kırılgan, kimisi güleç yüzlü, kimisi ketum vb. değişik kişilik özellikleri olabilir. Ancak hayatımız boyunca sürekli önümüze çıkan engelleri aşmak için yeterince cesur ve kararlı olabildik mi? İş hayatında yada özel hayatımızda almamız gereken bir takım kararları bazen cesaretsizliğimizden dolayı öteleriz.
 
Zamanında alınmayan kararlar daha sonra arap saçı yumağı halinde karşımıza çıkarak çözülemez engeller oluşturabilir. Dolayısı ile cesaretimizi toplayıp atılması gereken adımları zamanında atmak en doğru yöntem olacaktır. Son yıllarda gözlemlediğim kadarı ile insanlar yeterince cesur ve yürekli değil. İşverenler yeni bir yeteneğe şans verme açısından cesur değil, işinden memnun olmayan ve sürekli sızlanan insanlarda da yeni bir işe girme konusunda yeterince cesaretli değiller.
 
Sosyal ağlarımızda yüzlerce hatta binlerce insan ekli fakat birçoğunu tanıma cesaretimiz bulunmuyor.
İnsanlığın  ve cesaretin giderek sanallaştığı günümüzde ikili iletişim cesareti gösteremeyen insanlar klavye başında cesur yürek kesiliyor. Sanal bir cesaretin çoğu zaman bir faydası olmaz ancak gerçek bir cesaretin ise gerçek bir getirisi olabilir.
 
Özel hayatımızda da bir takım  ilişkilerimiz kopma noktasına geldiğinde bile bazen  hep bir sürünceme halinde bırakılır ve inceldiği yerden kopsun mantığı hakim olmaya başlar. Hayatımızın her aşamasında cesaret bizim can yoldaşımız olmalıdır. Bir işe başlama cesareti olmayanın işi bitirme başarısı da olamaz! Tarihte isim yapmış şahsiyetlerin hayatlarını incelediğimizde bir takım kararları cesaret ile aldıklarında başarıya ulaştıklarını görüyoruz.
 
İnsanlık tarihi boyunca medeniyete ulaşma adına yapılan devrimlerin perde arkasında hep cesaret unsurunu görmekteyiz. Her insan kendi hayatında bir takım kararlar alabilir hatta devrimler bile yapabilir. Ancak bunları yapmadan önce düşünmek ve uygun zamanı bekledikten sonra cesaret ile hamle yapmak gerekmektedir.
 
 Hayatımızda cesaret bizlere neler katabilir?
 
  • Hayatımızın daha anlamlı olmasına vesile olur.
  • İş hayatımızda yada özel hayatımızda aldığımız akıllıca ve cesur kararlar bizi başarıya götürebilir.
  • Kimselerin kolay kolay cesaret edemeyeceği işler başarmak sizi başkalarından farklı ve özel kılar.
  • Özgüven gelişiminizde size önemli katkılar sağlar.
  • Başka insanlara örnek olmanıza vesile olur.
  • Toplumda saygınlığınız artar.
  • Cesur ve yürekli bir insan olarak her ortamda iz bırakabilirsiniz.
 
Hayatımızın her alanında olduğumuzdan daha cesur olmak çoğu zaman bize artı değer katacaktır. İşverenler yeni yeteneklere şans verme konusunda daha cesur olmalılar, çalışanlar işlerinden memnun değilse farklı sektöre geçme yada iş değiştirme konusunda daha cesur olmalılar. Özel hayatımızda bir takım kararları almamız gerekiyorsa bunları cesaretle almalıyız.  Cesaret akıl ile birleştiğinde sizi başarıya götürecektir. Cahil cesareti ise yalnızca sizi komik durumlara düşürür.
 
 
Mesut YÜKSEL



Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Colgate Coupons