18 Ekim 2015 Pazar

BENİM GÖZÜMDEN 90 LI YILLAR





Ah 90 lar ah! neresinden başlayım bilemiyorum. 90 lı yıllar benim hem çocukluk hem de ergenlik dönemlerimi geçirdiğim yıllar oldu. İstanbul Etiler Lisesi'nde hem ortaokul hem de lise tahsilimi gerçekleştirdim. İlkokul, ortaokul ve lise yıllarında müziğe meraklı biriydim. Orta okulda 3 yıl boyunca korodaydım. Lise yıllarında müziğe olan ilgim biraz daha belirgin bir hale geldi ve bir müzik grubu kurduk. Grubun piyanisti Bayar Plakçılığın sahibinin oğlu Emre Bayar idi, elektro gitaristi şimdilerde Mor ve Ötesi grubunun gitaristi Kerem Özyeğen , bateri de Emre isminde bir arkadaş ile Bas gitarda da Aşan isimli bir arkadaş vardı. Solist ise bendim.:) Grupta o zamanın popüler şarkılarını seslendiriyorduk. 3 yıl boyunca okul açılışlarında konser verdik. Okul açılmadan 15-20 gün önce okulda provalar yapardık. Boş olan okul koridorları müzik sesi ile inlerdi. Çok keyifli yıllardı.

Daha sonra müzik aşkı içimde hep devam etti. Lise yıllarından sonra birkaç konservatuar sınavı denemem oldu. İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı 1996 Sınavlarının ilk aşamasını kazanmıştım. 500 kişi içerisinden ilk 100 'e girmiştim. Sonraki sınavda olmamıştı. Ben de kısmet değilmiş diyerek bu isteğimden vazgeçmiştim. Şimdilerde arkadaş, eş dost ortamlarında amatör olarak ricaları kırmamak için mırıldanıyorum. :) Bu kısa özetten sonra 90 lı yılları benim gözünden anlatmaya çalışacağım. O yıllar sanki insanların daha bir hoşgörülü olduğu, yardımlaşma ve samimiyetin bulunduğu yıllardı. O zaman doğup büyüdüğüm semt olan  Hisarüstü'nde bulunan Duatepe Parkı'nda çocukluk ve gençlik yıllarımda çok vakit geçirdim.

Bilen bilir İstanbul'un en güzide parklarından birisidir. Altta muhteşem R.Hisarı Kaleleri manzarası ile FSM 2. Köprü görüntüsü adeta kartpostal edası ile karşınızdadır. İçerisinde de büyük bir çay bahçesi bulunuyordu. Çocukluk yıllarımızda boş bir arazi olan parkın içerisinde uçurtma uçururduk ve top oynardık. Bu alanın bazı bölgelerinde eski mezar taşları ve mezarlıklar vardı. Sonra belediye araziyi parka dönüştürerek mahalle halkının hizmetine sundu. Yaz tatillerinde arkadaşlar ile oraya çok sık giderdik. İlk aşkları orda yaşadık . İlk kız arkadaşım ile orda buluşup gezmiştik. Boğaziçi Üniversitesi de yine aynı bölge içerisinde olduğundan  her zaman benim için ayrı ve özel yeri var.

Güney kampüs İçerisinde o zaman toprak saha olan alanda ilk kez bisiklete binmeyi öğrenmiştim. Babamın orda çalışması nedeni ile arada sırada onu ziyaret ederdim. Orada da zamanında bir çok öğrenci arkadaşım olmuştu ve onlarla birlikte çeşitli sosyal aktiviteler gerçekleştirmiştik. Bunlardan en önemlilerinden birisi de bence Radio Boğaziçi'ne 2 kez canlı yayın konuğu olmamdı. Canlı yayında zamanın popüler şarkılarını ve birkaç TSM eseri seslendirmiştim. :) bu da benim için keyifli ve güzel bir anı olarak kalmıştır. Orta okul yıllarımda şimdi Akmerkez olan alanda  inşaat başlamıştı. Bu inşaat uzun yıllar sürdü ve ben lise sonda iken 1995 yılında açıldı . Böylece Türkiye'nin ilk AVM si de yapılmış oldu.

Bizim zamanımızda lisede kredili sistem vardı ve bazı derslerimiz gün içerisinde boş olabiliyordu. Bu boş derslerde kaçıp kaçıp Akmerkez'e giderdik.:)  Hafta sonları AVM o kadar dolu olurdu ki arkadaşla elimizde yemek menüsü ile  yarım saat yer boşalmasını beklediğimizi bilirim:) Üst katta bulunan tv ekranlarında zamanın popüler şarkıları Numberone TV de çıkardı ve büyük bir keyifle onları izlerdik. Hem yerli ve hem de yabancı klipler aynı kanalda yayın yapıyordu. Bu açıdan bence çok önemliydi. Sonra Capitol, Profilo, Cevahir, Carrusel, vb. onlarca AVM hayatımıza girdi ve bir AVM kültürü doğdu. 90 lı yılların başında yine Türkiye'de bir ilk özel televizyonu Magic Box Star 1 yayına geçmesi ile TRT tekeli sona ermişti ve artık insanlar dünyaya entegre olan farklı bir yayıncılık anlayışı ile tanışmıştı.

Sonrasında birçok yerli özel tv kanalı ve radyolar açılmaya başladı. Bu şekilde  popüler kültür de yavaş yavaş hayatımıza girdi. İnsanlar artık istediği programı istediği kanalda izlemeye ve sevdiği tarzda müzik yayını yapan radyoları dinlemeye başladılar. Farklı bir kuşak böylece gelişim gösterdi. 90 lı yıllar Türkiye'nin bence müzik anlamında altın çağını yaşadığı yıllar oldu. Birçok pop şarkıcısı o yıllarda ekranlara çıktı ve çıkardığı albümler milyonlar sattı. Örneğin Tarkan 1992 Yılında çıkardığı "Yine Sensiz" albümü ve ardından 1994 Yılında çıkardığı "A Acayipsin" ve 1997 "Ölürüm Sana" albümleri ile  90 lara ve sonraki yıllara da damgasını vuran albümler oldu.

Yine yonca Evcimiğin 3 milyondan fazla satan "Abone" albümü, Mustafa Sandal'ın 1994 te çıkan "Suç Bende" ve 1996 da çıkan "Gölgede Aynı" albümleri milyonlar satarak o yıllarda iz bırakan albümler oldu. Burak Kut, Suat Suna, Sertap Erener, Ozan Orhon, Tayfun, Levent Yüksel, Kenan Doğulu, Bendeniz, Harun Kolçak, Aşkın Nur Yengi, Serdar Ortaç, Mirkelam, Çelik ve Cemali  gibi sanatçılar da o yıllara şarkıları ile damgasını vuran sanatçılar oldu. Özellikle benim favori albümlerim, Tarkan "Yine Sensiz", Levent Yüksel "Med Cezir", Aşkın Nur Yengi "Sevgiliye", Cemali "Dönence" ve "Mustafa Sandal "Suç Bende" Albümleri idi. Kayahan, Barış Manço, Sezen Aksu albümleri de çok güzeldi ancak o sanatçılar 90 lı yıllardan önce hayatımıza girmişlerdi. Tüm bu albümleri kasetten dinlerdik ve kaset sardığı zaman bir kurşun kalem ile bandı sarmak işi çoğu zaman çözerdi:) yada bant koptuğu zaman onu yapıştırmak ayrı bir uzmanlık alanı idi:)  ( Burada 90 larda çıkan bütün sanatçıların isimlerini yazmak isterdim ancak okuyucuyu sıkmamak adına sadece birkaçına değinmek zorunda kaldım üzgünüm.)

Birçoğumuz o şarkılarda aşık olduk, o şarkılarda ağladık, hüzünlendik ve sevindik. Halen canım sıkıldığında 90 lardan bir şarkı açarım ve adeta zaman tüneline girmişcesine o şarkı beni alır götürür o yıllara. 90 lardan sonra bana göre pop müzik kalitesinde bir düşme oldu ve şarkılar ve sözler birbirini terkar eden bir hale geldi. O yüzden de dikkat ettiyseniz 2000 lerden sonra çıkan çok az sanatçı kalıcı olmayı başarabildi. Bir çoğu yok olup gitti. 90 larda da gerçi birçok şarkıcı yok oldu. Ancak popüler kültürde şuan tanıdığımız, bildiğimiz ve şarkılarını severek dinlediğimiz bir çok sanatçıya bakarsanız 90 lı yıllarda hayatımıza girdiklerini görürsünüz.  Dünya müziğinde de o yıllarda birçok albüm yapıldı ve bu sayede  birçok şarkı hayatımıza girdi. Metallica, Depeche Mode, Pet Shop Boys, Duran Duran, Sting, Ping Floyd, Guns n Roses ,Scorpions, Erasure gibi gruplar ve Madonna, Brayn Adams, Michael Jackson, Ricky Martin, Tommy Page, Jennifer Lopez gibi şarkıcıların çıkardığı bir çok hit klasikler arasına girmeyi başardı.  (Kısaca değindim.)

90 larda siyaset de başkaydı. Ecevit'lerin, Erbakan'ların, Çiller'lerin, Demirel' lerin, Yılmaz' ların Özal' ların ( Özal 90 ların başında vefat etti.) siyasette hüküm sürdüğü yıllardı. O zaman da bu Ülke enflasyonlar ve develüasyonlar gördü, ekonomik krizler yaşadı . Siyasiler hep oy avcılığı yapmak için meydanlarda hamasi nutuklar attı ve onlara inanan insanların oyunu alarak başa geçtiler. Değişen mi? Değişen hiçbir şey olmadı tabiki. Fakir yine fakirdi ve zengin yine zengindi. Günümüz siyasi anlayışında da üzülerek görüyoruz ki değişen hiçbir şey olmadı. Yine de bunca olumsuzluğa rağmen içimizde gelecek güzel günlere dair hep bir umut taşıdık.

Neyse siyasete fazla girmeden bu konudan uzaklaşmak sanırım iyi olacak. :) 90 larda da üzüldük, ağladık, sevindik. Bana göre Barış Manço'nun kaybı ( 1999 ) Müzik ve ülke  adına çok büyük bir kayıp oldu. Barış Manço ölümünün ardından bıraktığı eserleri ile halen gelecek kuşaklara ilham vermeye devam etmektedir. 90 larda dünya da artık Milenyum çağına hazırlanıyordu. Bilim ve teknolojideki ilerlemeler korkunç bir hızda ilerlemeye devam etti. Siyasal anlamda dünyada birçok değişikliler oldu. Bazı ülkelerin sınırları değişti, bazıları bölündü, dünya çok farklı bir yöne doğru ilerlemeye başladı.

Soğuk ve ekonomik savaşlar arttı. SSCB nin dağılması ile iki kutuplu dünya düzeni de değişti. Ülkeler arası ekonomik rekabet arttı ve internetin yayılmaya başlaması  ile ticaretin yavaş yavaş sanal dünyaya kaymasının da temelleri o yıllarda atılmış oldu. Cep telefonları hayatımıza girmeye başladığı yıllardı 90 lar. Herkesin elinde bir telefon sokaklarda yüksek sesle konuşmaya başlaması ile yeni bir döneme girmiş olduk. Önceleri garipsediğimiz bu davranış sonraları olağan bir hale geldi.:) 90 larda bilardo ve atari salonları vakit geçirmek için oldukça popüler mekanlardı. Ben de o yıllarda çocukluk evresinde atari salonları, ergenlik döneminde ise daha ziyade bilardo salonlarında çokça vakit geçirdim . Yaş ilerledikçe insanın ilgi alanları ve hobileri de değişime uğruyor tabi. Daha anlatılacak elbette çok şey var. Ancak ben kısaca değinmiş oldum. O yıllar benim için özeldi ve hep de öyle kalacak. Hayatınızda 90 lara ayrı bir yer açın ve orda o anıları muhafaza edin.

Mesut YÜKSEL

11 Ekim 2015 Pazar

İNSANLIK NEREYE GİDİYOR?



İlkel çağlarda insanların sadece yeme, içme, barınma ve üreme gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak dışında üretme ve hayatı kolaylaştırma adına herhangi bir faaliyetleri bulunmuyordu. Daha sonra ateşin icadı, demirin bulunması ve çeşitli metallerin işlenmesi ile av hayvanlarını daha kolay avlamak için birtakım aletler icat edilerek avlanmak daha kolay bir hale getirildi.  Tekerleğin icadı ile insanlık yeni bir çağa girmeye başladı. Ondan çok sonra da tarımda ilerleme sağlanarak çeşitli tahıllardan ve bazı sebzelerden oluşan bir takım bitkisel ürünler üretilmeye başlandı. Topluluk halinde bulunan insanoğlu içerisinde yaşadığı dünya hakkında yeni bilgiler öğrenmeye ve üretmeye başladı. 

Tüm bu gelişmelerden sonra İlk çağ denilen bir döneme girildi ve demokrasi ,özgürlük ve evrensel düşünce gibi kavramların temelleri de bu çağlarda atılmış oldu. Bir takım sahne sanatları da bu çağda gelişti. Oluşan bu özgür düşünce ortamı ile bilimde ve sanatta insanlık ilerleme kaydetmeye başladı. Daha sonra bilginin insanın yaşamında en temel unsurlardan birisi olduğu düşünülerek ilk çağ filozofları evreni ve etrafındaki maddeleri varoluş gerçeği düzleminde temellendirme çabası içerisine girdiler. Neden dünyaya gelmiştik ve neden ölümlüydük? Bu kısıtlı yaşamımızda bize fayda sağlayacak şeyler nelerdi? Gibi düşüncelerle bilim insanları ve filozoflar içerisinde yaşadığınız dünyayı ve evreni sorgulamaya başladılar. İnsani erdemlerin temelleri de bu şekilde atılmış oldu ve ortaya  erdemli insan modeli çıktı. Bu insan; bilgili olan, kendisini tanıyan ve topluma faydalı işler yapan insan olarak tanımlandı. 

Sanayi devrimine kadar geçen sürede ilkel şartlarla yapılan ticaret neticesinde dünya üzerinde çeşitli kentler ve ülkeler ticaret merkezleri haline geldi ve bu yerler insanların birbirleri ile etkileşim halinde olduğu ortak alanlar oldu. Bu etkileşim ile birlikte oluşan sosyal kültür neticesinde milletler arası ticaret hızla gelişti ve artık seri halde üretim yani makineleşme önem kazandı. Bu makineleşme ( Buhar gücü ) nün keşfedilmesi ile giderek arttı ve büyük sanayi kuruluşları yavaş yavaş çoğalmaya başladı. Artan fabrikalaşma ve oluşan seri üretim dünya üzerinde bir takım değişikliklere neden oldu. Bunlardan en önemlisi süphesiz bir işçi sınıfının doğmuş olması idi. Artan bu işçi sınıfı ilkel ve ağır şartlarda çalıştırılıyordu. 

Daha sonra toplu halde örgütlenip sendikal faaliyetlerin gerçekleşmesi ile işçi sınıfı bir takım haklara kavuştular. Artık yasa ile belirlenmiş çalışma saatleri, dinlenme araları ve izin günleri gibi haklar ile daha insani şartlarda çalıştırılıyorlardı. 1800 lerin sonları ve 1900 lü yıllardan sonra insanoğlu bir çok evrensel buluşa imza atmaya başladı. Yapılan bu yeni icatlar ve buluşlar hiç şüphesiz yaşamımızı çok daha kolay bir hale getirmeye başlamıştı. Elektriğin icadı, motorlu taşıtlar, uçak, gemi ve elektrikli ev gereçlerinin icadı ve üretilmesi ile artık insanlık bilim ve teknoloji çağına girmeye başlamıştı. Eskiden hayal bile edilemeyen Jules Verne kitaplarında okuduğumuz aya yolculuk 1969 Yılında gerçekleştirilmiş ve artık insanlık için büyük adımlar atılmaya başlamıştı. Uzay bilimlerin gelişmesi ve paralelinde tıp ve teknolojideki yeni gelişmeler artık tabiri cazise baş döndürücü bir hızla ilerlemeye başlamıştı. 

Artık insanlık her alanda bilimin ve teknolojinin tüm nimetlerinden fazlasıyla yararlanır bir hale gelmişti. Bundan çok değil 50 yıl önce çaresi olmayan bir çok hastalığın ilerleyen genetik bilimi sayesinde artık çaresi bulundu ve insanoğlunun ömrü artık yavaş yavaş uzamaya başladı. İnsanlık tarih boyunca kümülatif olarak her alanda ilerleme kaydederken bir takım insani erdemlerden de yavaş yavaş uzaklaşır bir hale geldi. Eskisi gibi insanlar birbirleri ile yardımlaşmıyor ve her alanda çıkarcı ve benmezkezci bir ruh hali ile yaşamlarını sürdürüyorlar. Bunun elbette bir çok toplumsal nedeni bulunuyor. Güç yaşam koşulları artık her insani kendi kabuğuna çekilmeye ve kendi hayat mücadelesinin baş kahramanı olma yoluna doğru hızla itmeye başladı.

Dostluklar, ticari ilişkiler samimiyetten uzaklaşarak tamamen çıkara endeksli bir yapıya bürünmeye başladı. Dünya şartlarında yaşamak teknolojik yönden bizi rahatlatır gibi görünse de oluşan ekonomik pahalılık ve düşük bütçe ile yaşama zorluğu milyonlarca insanı artık daha az sosyal ve çevresine daha az duyarlı insanlar haline getirdi. Dolayısı ile oluşan bu ortamda insanlar artık bir takım insani duygulardan uzaklaşmaya başladılar. İnsanlık 1000 yıl öncesine göre belki bilim ve teknolojide çok üstün duruma gelmiş olabilir ancak o yıllardaki toplumsal yardımlaşma ve dayanışma duygusu belki de zamanımızdan çok daha üstün durumdaydı. 

Dolayısı ile bundan 1000 sene sonra şimdiden bunun önlemi alınmaz ise bu durum çok daha vahim bir hale gelebilir. İnsanlığımızı ve insani erdemleri unutmayalım ve unutturmayalım. Unutmayın! sizden sonra gelecek kuşaklar çok daha yozlaşmış, merhametsiz ve duyarsız bir toplum haline dönüşebilirler. Herkes kendisine ve çevresine çeki düzen verirse gelecek kuşakları birbirine yabancı ve soğuk insanlar haline dönüşmekten kurtarabiliriz.

Mesut YÜKSEL

29 Eylül 2015 Salı

FARKINDALIĞIN FARKINA VARIN!






Uzun bir süredir yazı yazmıyordum. Nedeni ise belki bir küskünlük belki bir kırgınlık ile karışık ruh hali olabilir ancak yazmadıkça da dolduğunu hissediyor insan. Bazen deşarj olma adına yazmalı ve daha çok yazmalıyım şeklinde iç dünyam ile savaş veriyorum. Birçok şeyi yazsam da her şeyin eskisi gibi devam ettiğini görmek belki de beni yazmaktan soğutuyor. Sonuç mu? Satırlar ve kelimeler yine galip geliyor ve işte bu yazıyı okumaktasınız. Bu güne kadar 55 blog yazısı yazdım. Bunlardan bir kısmı İnsan Kaynakları alanındaydı. Bir kısmı sosyolojik konularda benim düşünce ve yorumlarımdan oluştu. 

Bir kısmı da acizane felsefe , hayatı tanıma ve anlama adına kaleme alınmış yazılar oldu. Bu yazılar birçok okuyucuya çeşitli sosyal medya kanalları aracılığı ile ulaştı, birçok insandan beğeni ve yorum aldı. Fakat sadece bu kadar. Sizce fazlası olabilir miydi? Örneğin iş arıyorsunuz ve iş dünyası hakkında çeşitli yazılar kaleme alıyorsunuz ve değişik fikirler ve bakış açıları ile sektöre öneriler getirebilecek kapasitede birisiniz. Üretken ve yaratıcı insanlar işverenler tarafından değerlendirilmek ve keşfedilmek isterler. Bu ülkemizde genelde pek mümkün görünmüyor. Yazılar sadece okunup arada da beğeni  ve yorum alıyor. 

Oysa firmalar bu insanları tanıma adına  davet etmeli ve onlarla fikir alışverişinde bulunmalıdır. Farkındalık fark yaratmak ile başlar ve bu fark kişinin fikirleri ve düşüncelerinde gizlidir. Yetenek keşfi ise çok iyi bir gözlem ve analiz yeteneği gerektirir. Yetenek bünyesinde yaratıcılığı da barındıran bir olgudur. Dolayısı ile yazı yazan, şiir yazan, beste yapan, sanatın herhangi bir dalı ile uğraşan insanlar genelde toplumsal konulara duyarlı, üretken ve çalışkan insanlardır. Onların bu yönünü işe alımlarda keşfedebilmek başlı başına profesyonel ve evrensel bir İK anlayışı gerektirir. 

Sayısal zeka muhasebe ve istatistiksel verilerin sıklıkla kullanıldığı departmanlarda aranacak önemli bir kriter olurken, Sosyal Zeka ise İK, İletişim, Reklam, Halkla İlişkiler, vb. sektörlerde daha baskın olmaktadır. Dolayısı ile işe alımlarda zekayı ölçmeye yönelik uygulanan testler ve sınavlar ne derece yeterlilik gösterebilir? Sayısal Zeka isteyen bir bölüme Sosyal Zekası ön planda olan birisi alınırsa o bölümde sizce ne ölçüde bir başarı elde edilebilir? Yada tam tersi bir örneği düşünelim. 

Bu yönüyle işe alım kısmı tamamen yeniden revize edilerek eksikler tamamlanmalı ve işletmede doğru eleman alma yönünde adımlar atılmalıdır. Milyonlarca işsizin olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Bir iş ilanına binlerce insan başvuruyor ve farkındalık yaratan insanlar işe alınıyorlar. ( Referans ve etiket hariç ) Her insan bir değerlidir ve mutlaka işletmeye katma değer sağlayacaktır. 

Ancak işe alımlarda İK evrensel  kriterleri esas alarak çok daha adil ve objektif bir ik anlayışını hayata geçirebilmelidir. Firmanızda fark yaratabilecek insanlar çok yakınınızda iş arıyor olabilir. Dolayısı ile bu insanları keşfetmek için sadece biraz gözlem ve dikkat yeterli olacaktır. 

Farkındalığın farkına varın ve fark yaratın!

Mesut YÜKSEL

29 Ağustos 2015 Cumartesi

HAYAT MI HIZLI YOKSA BİZ Mİ YAVAŞIZ?






İnsanoğlu dünyaya geldiğinden itibaren adeta zaman ile yarışmaya başlar. Bebeklik evresi, ilkokul, ortaokul, lise, üniversite, master, doktora vs. derken sürekli bir eğitim ve öğrenim süreci içerisinde yenilenir ve bilgilenir. Amaç nedir peki? Elbette öğrenilen tüm bilgilerin iş dünyasında ve hayatımızda işimize yaraması ve yaşamımızı kolaylaştırmasıdır. Kısıtlı bir yaşam sürüyoruz ve bu kısıtlı zamanı en iyi şekilde nasıl kullanabiliriz? Hayatın koşuşturması ve temposu içerisinde bazen etrafımızda olan güzelliklerin farkına varamıyoruz. 

Her gün kaldırımda önünden koşturarak geçtiğimiz çiçekçinin sattığı çiçeklerin kokusunu bile alamıyoruz. Burnumuzun koku almamasından değil bu kafamızda bambaşka şeyler olduğundan dolayı olmaktadır. Bazen kendimizi son hızla giden bir trenin camından bakar gibi hissettiriyor  hayat. Pencereden baktığınızda çok güzel resimler görüyorsunuz fakat ayrıntılara hakim değilsiniz. Oysa biraz daha yavaş hızla geçen bir trenin camından baktığınızı bir düşünün? Tarlalardaki çiçeklerin renklerini, ağaçları ve uzakta yayılmış olan sürülerin kalabalığına kadar tüm detaylara vakıf olduğunuzu göreceksiniz. 

Akıp giden zamanla birlikte bu kısıtlı ömrümüzü hızlı ve yorgun olarak tamamlıyoruz. Oysa her şey aslında olacağına varıyor. Acele etmek bazen sadece bizi yormaktan başka bir işe yaramıyor. Her şeyi sindirerek ve sakince yapmak bize daha dingin ve sakin bir yaşam  sağlayacaktır. Şöyle düşünün? Acele yetiştirmeniz gereken bir iş var ve siz gereksiz yere strese girerek işi yapmaya başladınız ve işin epeyce bir bölümünü bitirmeye başladıktan sonra bir hata yaptınız. Şimdi ne olacak peki? Tabi ki hatasız bir iş yapmak zorunda olduğunuz için işinizi tekrar baştan yapmak zorunda kalacaksınız. 

Oysa sakin ve dingin bir bilinç ile yapsaydınız iş belki çok hızlı değil ama normal zamanda sıfır hata ile bitmiş olacaktı. Dolayısı ile bazen hepimiz kendimize gereksiz yere stres yükleyip geriliyoruz. Ruh halimiz hep  karamsar ve gergin oluyor. Bu ise hiç istemediğimiz bir durum. O halde bazen bu çok hızlı olan tempomuzu normal bir akışa bırakmak ve kendimizi dinlemek en iyi çözüm gibi görünüyor. Aslında burada hızlı yada yavaş bir hayat sürmekten ziyade ömür dediğimiz bu kısıtlı zamanı ne kadar kaliteli kullandığımız önemlidir. Kaliteden kastım insani erdemlere yakışan yüksek bir bilinç düzeyi ile yaşamak ve insanlığa faydalı işler yapabilmektir. Bu sizin hayata bakış açınız ile inandığınız temel değerler ile ilgili bir durumdur. 

Bazen insan düşünür? Dünyaya neden geldik ve neden ölüyoruz? Bu sorgulamaları içten içe yaparken bazen şu sorular aklımızın bir köşesini tırmalamaya başlayabilir; ben bir hayvan yada bitki de olabilirdim o halde insan olarak dünyaya gelmemde bir hikmet olmalı?  Benim bir misyonum olmalı ve o misyonu gerçekleştirebilmeliyim. Herkes elbette istediği şekilde inanmakta hürdür ancak ilkçağ filozoflarından bu yana insanoğlu evreni ve kendisini inceleyerek  ve sorgulayarak bir takım sorulara cevap aramış ve bu sorulara inanç, felsefe ve fizik düzleminde yanıt arayarak varoluş nedenini temellendirmeye çalışmıştır. Bu bağlamda günümüzde teknoloji baş döndürücü bir hız ile ilerliyor. 

Tıp her geçen gün gelişerek umarsız hastalıklara çareler bulmaya çalışıyor. Dolayısı ile bazen sonsuz bir burgaçta kaybolurcasına boğuluyor insan ve kendisine bir çıkış kapısı arıyor. Hiçbir şeyin anlamı olmadığını düşünmeye başlıyor. Bu düşüncelerden sonra çeşitli arayışlara girerek içerisindeki manevi boşluğu ve açlığı gidermeye başlıyor. Bu şekilde inanç dünyanız da şekillenmeye başlıyor. İnandığınız değerler doğrultusunda hayatınızı idame ettirmeye çalışıyorsunuz. Her şey zamanı nasıl kullandığımız ve dünyaya neden geldiğimizi düşünmek ve bu bilinç düzeyi ile yaşamak ile bağıntılı. 

Yaşam ve ölüm arasındaki kısa sürede ne kadar bilinçlenir ve insanlığa her anlamda faydalı olabilirsek  misyonumuzu tamamlamış olacağız.

Mesut YÜKSEL

2 Ağustos 2015 Pazar

İŞE ALIMDA EVRENSEL KRİTERLERE UYUM



Dünya küreselleşirken teknolojik değişimlerin etkisi ile kendilerini rekabete adapte etmek isteyen uluslararası şirketlerin de  günden güne kurumsal yapıları değişime uğruyor. Bu değişime ayak uydurabilen ve kendilerini modernize edebilen şirketlerin dünya ölçeğinde rakebet gücünün arttığını ve gecelekte de var olabilme isteklerini sağlam temellere dayandırdıklarını gözlemliyoruz. Bir şirketin gelecekte de var olabilmesi için sağlam teknoloji ve eğitim yatırımları yapılmasının yanı sıra olmazsa olmaz bir özellik daha vardır. Sizce o özellik nedir? Ben söyleyim; Vizyoner insanları şirket bünyesine katmaktır. 

Vizyoner insan tanımından anladığımız; yeteneğini ve yaratıcılığını kullanarak, şirketi geleceğe taşıyabilecek yeni fikirler ve projeler üretmektir. Böyle insanlar şirketinizde bulunmuyorsa şirket mehter takımı modunda yerinde sayıyor demektir. Peki vizyoner (fütürist) insanları nasıl şirketimize katabiliriz? Bunun elbette izah edilebilir  yolları vardır. Öncelikle kurumunuzdaki İK standartlarını evrensel normlara çekerek etiket ve referans ağırlıklı işe alımlar yerine yetenek ve yaratıcılık ağırlıklı işe alımlar gerçekleştirilmelidir. 

Bu sayede kurumunuzu yeni ve yaratıcı fikirleri ile geleceğe taşıyabilecek ve size katma değer sağlayabilecek insanları adil ve objektif kriterler esas alınarak işe almış olacaksınız. Bu zaten evrensel İK anlayışıdır. Kurumunuzda halen eski usül işe alımlar yapılıyor ise lider ve vizyoner insanları belki de etiket bir diplomaları olmadığı için haksız yere eliyorsunuzdur. Bu yönden meseleyi hiç düşündünüz mü? İK da mantık genelde açık bir pozisyona en liyakatli elemanı almaktan ziyade en gösterişli CV si olanı alıp işin içinden sıyrılmak ve nasıl olsa en iyi CV yi işe aldım canım vicdanım rahat şeklinde bir yaklaşım olmaktadır.

Peki siz olsaydınız elenen adaylar arasında ve sizin CV niz yeterince gösterişli olmadığı halde yeteneğiniz ve yaratıcılığını kanıtlayan somut deliller de varken İK cının sizi elemesi hakkında ne düşünürdünüz? İşte burada Empati yeteneğinin önemi ortaya çıkıyor ki genelde bu özelliği kullanabilen  İK cı sayısı oldukça az. Dolayısı ile yukarıda verdiğimiz örnekten de yola çıkarsak burada asıl olan etiket ve referans olmamalıdır. İşe alımlarda aslolan kriterler yetenek, yaratıcılık ve o işi yeterince isteyip istememek olmalıdır.

Ancak ve ancak bu şekilde yapılan bir işe alım neticesinde İK evrensel standartları uygulayarak aslında doğru olanı yapmış olacaktır. Vizyoner bir Uzman Standart ve yerinde sayan bir Müdürden çok daha fazla şirketinize katma değer sağlayacaktır. Yakın gelecekte şirketinizi geleceğe taşıyabilecek yaratıcı beyinlerden çıkacak yeni projeler ile evrensel ölçekteki firmalar kategorisinde yol alarak  rakiplerinizin önüne geçebilirsiniz. 

Şunu unutmayın! Diploma kültür, bilgi ve etiket getirebilir, yaratıcı fikirler ise diplomadan ( Etiket) bağımsız olarak kişilik ve zeka ile ilgilidir. Şirketinizin işe alım kısmında uygulamış olduğu İK politikalarının  bir değişime ihtiyacı yok mu sizce?  Artık sizler de dünya ölçeğinde var olabilmek ve şirketinizi geleceğe taşıyabilecek yaratıcı ve vizyoner insanlar ile yola çıkmak istiyorsanız yetenek, yaratıcılık ve kişiliğe şans verin! İyi bir karakter belki size etiket bir CV den çok daha fazlasını verecektir. Değişin, yenilenin ve ilerleyin!

Mesut YÜKSEL

23 Temmuz 2015 Perşembe

LİDERLİK GELECEĞE İZ BIRAKABİLMEK MİDİR?




Liderlik hakkında on binlerce kitap ve makale yazılmıştır. Hemen hemen tüm yazılanlar iyi bir liderde olması gereken özelliklerde ortak fikirde buluşurlar. Liderlik doğuştan gelir savını öne sürenler ve sonradan da geliştirebilir diyenler aslında ortak bir noktada buluşurlar. O da liderliğin doğuştan geldiğidir. Liderlik kişilik ve karakter özelliğimizin etkisi ile bilgi birikimi ve deneyimlerimizin  de ona eşlik ederek güçlü  bir hitabet ile  kitleleri etkileme  becerisi olarak tanımlayabiliriz. 

Bu benim tanımım. Bu tanıma karizmatik olma özelliğini de eklersek Liderlik tam manası ile vücut bulmuş olur. Elbette iyi bir lider çok okumalı, araştırmalı, zeki olmalı, vizyon sahibi olmalı, çok iyi gözlem ve empati yeteneği olmalı vs. Bunun gibi bir çok kişilik özelliğini bünyesinde barındırabilmelidir. Günümüzde şirketlere baktığımızda genelde CEO olarak tabir edilen üst düzey yöneticilerin bir çoğunda Lider özelliklerinin bulunduğunu görmekteyiz. Siyasi liderleri incelediğimizde ise yukarıda saydığım özelliklerin kimilerinde olduğunu kimilerinde ise bir kısmının olduğunu gözlemlemekteyiz. Dolayısı ile her lider karizmatik lider midir? Sorusu burada karşımıza çıkmaktadır. 

Her lider karizmatik bir lider değildir elbette. Karizma doğuştan gelen bir özelliktir ve herkeste bulunmaz. Dolayısı ile karizmatik liderlerin kitleleri etkileme becerisi olarak diğer lider tiplerine göre çok daha başarılı oldukları tarihi belgeler ışığında anlaşılmaktadır. Bir insan bazen konumu gereği Lider pozisyonda olabilir ve binlerce insana hitap etmek zorunda kalabilir. Bu onun gerçek anlamda Lider olduğu anlamına gelmez. Objektif ve evrensel kriterleri baz aldığımızda bu kişilerin liderlik özellikleri taşımadıkları çok rahat anlaşılabilmektedir. 

Dolayısı ile Lider olabilmek başlı başına güçlü ve özel bir kişilik gerektirir. Her yönetici lider olamayacağı gibi her lider aslında çok iyi bir yöneticidir. Buradaki ayrım çok önemlidir. Yönetici genelde çok daha küçük bir alanın sevk ve idaresi için memur edilmiştir  ve genelde ast üst ilişkileri ve yasalardan doğan otorite gücünü kullanarak maiyetindeki insanları idare eder. Liderler ise genelde yasalardan ziyade liderlik ve kişilik özelliğinin gücü ile çok daha geniş halk kitlelerini sevk ve idare edebilir. 

Bu bariz örnek bile ikisi arasındaki farkı anlamamızda bize yol gösterici olmaktadır. Günümüzde bir çok şirket yanlış İK politikası nedeni ile yeteneğe, yaratıcılığa ve kişiliğe değer vermeyerek mülakatlarda belki de bir çok Lideri eliyor. Liderlik sadece iyi bir üniversiteden mezun olarak etiket yapmak değildir. Liderlik diploma ile ölçülecek bir olgu da değildir. Liderlik yetenektir, yaratıcılıktır, sağlam bir kişiliktir ve cesarettir. 

Bu özellikler ise çoğu zaman uysal eleman arayan şirketleri ürkütmektedir. Eğer şirketinizi geleceğe taşıyacak vizyoner insanlar ile yola çıkmak ve ilerlemek istiyorsanız etikete değil kişiliğe şans verin ve içinizden yeni liderler ve yeni yöneticiler yaratarak  uzak ufuklara doğru yelken açın.

Mesut YÜKSEL

12 Temmuz 2015 Pazar

VİCDAN MUHASEBESİ




Hayatımızın her evresinde çok farklı duygular yaşıyoruz. Okul hayatı sonrası iş hayatında olsun sosyal çevrede olsun bazen kalabalıklar içinde yalnız kalıyoruz. Ömrümüzün ne kadarını tükettiğimizi bilmeden bazen hor kullanıyoruz onu. İş, aşk evlilik derken bir bakıyoruz bir kısır döngünün içerisinde debelenip duruyoruz. Kariyer hırsı, başarı hırsı, para hırsı gibi maddiyata dayalı hedeflerimizin peşinden gideriz çoğu zaman. Hedeflerimize ulaştığımızda ise büyük bir haz duygusu ile ego tatmini yaşarız ve ailemiz ve çevremiz tarafından pohpohlanırız. 

Gurur duyulası bir insan olmayı kim istemez ki? Herkes iyi giyinmeyi, lüks yaşamayı ister şeklinde genel bir kanı var. Peki gerçekten de durum sandığımız gibi mi? Yaratıcının bize bahşettiği ölçüde yaşayabiliyoruz. Onun dışına çıkmak kaderin kırılma noktası mı olur? Neden fakir fakirdir yada zengin zengin olmuştur? Neden başarılı ve iyi insanlar çevresi olmadığı için iş dünyasında hak ettiği yerde değiller? Kendimizi yeterince tanıyor muyuz peki? İnancımızı ve insani erdemleri yeterince uygulayabiliyor muyuz? Kısıtlı ömrümüzde hırslarımız ve nefsimiz bizi kontrol altına almış durumda. Dümeni onlara teslim etmiş bulunuyoruz. 

Yönümüzü onlar tayin ediyor. Bazen gemi kayalıklara bodoslama da girebiliyor yada onları sıyırarak ta geçebiliyor. Yeryüzünde milyarlarca çeşit insan var ve bu da demek oluyor ki milyar çeşit kişilik var. Aslında inanç, felsefe ve akıl bizi erdemli insan olmaya davet eder. Biz bu davete icabet edebildik mi? Önce kendimizi çok iyi tanımalıyız. Sonra olabildiğince donanımlı ve bilgili bir insan olma yönünde elimizdeki imkanlar nispetinde çaba sarf etmeliyiz. Daha sonra da topluma faydalı işler yapan bireyler olabilmeliyiz. 


Aslında toplumun aydınlanması her sorunun temelinde yatıyor. Aydınlanmış insan çevresine de ışık saçacaktır. Böylece toplum cehaletten arınarak daha çağdaş yaşam koşullarını oluşturacaktır. Ömrümüzü tüketirken geriye dönüp baktığımızda nasıl bir iz bırakabildik? İstediğimiz yaşamı elde edebildik mi? Yoksa maddiyattan ziyade maneviyata mı yöneldik? Herkes vicdani muhasebesini yapmalıdır. Hepimizin milyonlarca hatası var ve hiçbirimiz sütten çıkma ak kaşık değiliz.

Ancak başarılı da olsak  ya da  hayat bize istediklerimizi sunma konusunda cömert olmasa da bir kez yaşayacağız ve öleceğiz. Geri kalan ömrümüzde hepimiz en azından şunları yapabiliriz; daha iyi bir insan olma adına çaba sarf edebiliriz, yardıma ihtiyacı olan birilerinin elinden tutabiliriz, bir işsize iş bulması konusunda yardım edebiliriz. 

Yakın çevremizde derdi ve sorunu olan dostlarımıza, arkadaşlarımıza yardım edebiliriz. Sokakta hiç tanımadığımız birine yardım edebiliriz. Örnekler çoğaltılabilir. Bu günden tezi yok kalbi ve vicdani bir arınma yaşayalım ve erdemli insan olmak için çaba sarf edelim. Binlerce insanın böyle düşündüğünü bir düşünün? Toplum başkalaşarak yepyeni insanlık ufuklarına doğru yelken açacaktır.

Mesut YÜKSEL

21 Haziran 2015 Pazar

İŞ ARAYAN MI HAKLI İŞ VEREN Mİ?



Uzun süredir bir blog yazısı kaleme almadım ve biraz kafamı toparlayım istedim. Ülkemizin en önemli sorunlarından birisi de işsizlik sorunudur. Devlet İstatistik Enstitüsü'nün verilerine göre işsizlik 7 milyona yaklaşmış durumda. Tabi bu resmi rakamlar. Gayri resmi rakamlara bakacak olursak işsizliğin 10 milyon civarında olduğunu söyleyebiliriz. İşsizler ordusunun olduğu bir ülkede iyi bir işe girmek için binlerce insandan çok daha fazla donanımlı ve yetenekli olmanız gerekiyor. CV niz son derece göz alıcı olsa bile elde olmayan nedenlerden dolayı  iş bulamıyorsunuz. Haliyle isyan ediyorsunuz bu duruma. 

Sürekli eğitim ve kurslar  alarak daha fazla donanımlı bir insan olmak için yoğun emek ve para sarf ediyorsunuz. Sürekli iş başvurusu yaparak şansınızı arttırmak düşüncesi çeşitli kariyer portallarında günün büyük bir bölümünde mesai harcıyorsunuz. Arada mülakat daveti aldığınızda sevinerek iş görüşmesine gidiyorsunuz. Karşınızda bir İK yöneticisi oturuyor ve sizi sınamaya başlıyor. Sorular ardı ardına sıralanırken siz de kendinizce cevaplar veriyorsunuz. İK cı size daha görüşecek adayları olduğunu ve olumlu bulunmanız halinde 2. görüşmeye çağıracağını söylüyor ve elinizi sıkarak yüzünde bir tebessüm ile size kapıya kadar eşlik ediyor. Sonra siz bekleme aşamasına geçiyorsunuz. 

Ne arayan var ne de soran? Bu olayı aşağı yukarı binlerce insan sürekli yaşıyor. Elenme sebebiniz mi? O asla size bildirilmiyor. Tecrübesizliğinizden, yaşınızdan, cinsiyetinizden, verdiğiniz cevaplardan  hatta İK cının size kıl olmasından, gıcık olmasından, sizi rakip olarak görmesinden vs.vs. olabiliyor. Bu seçeneklerden herhangi biri nedeni ile elenmiş olabilirsiniz fakat size geri bildirimde bulunulmadığı için bu bir sır olarak kalıyor. Bu durumun getirdiği tehlike şudur; Bir sonraki görüşmelerde aday neden elendiğini bilmediği için aynı hataları yapmaya devam eder (Elenme sebebi iş tecrübesi yada İK cının size gıcık olması değilse ) ve sürekli mülakatlarda elenir. 

İşveren hali ile aynı anda birçok işi daha uygun maaşa yapacak eleman ister. İş arayan ise genelde bu duruma razı olduğu halde birçok görüşmede elenir. Çok ilginç bir dünyada yaşıyoruz. İşsizlik az olsaydı işverenler çok daha fazla maaşla daha az kalifiye eleman çalıştırmak zorunda kalacaklardı. Fakat milyonlarca işsiz var ise en iyi eleman daha uygun maaşa bulunabilir. Çok basit bir iktisat kuralıdır bu. Bir malın arzı çok ise piyasada fiyatlar düşer. Fakat o mal piyasada az bulunuyor ise fiyatı yükselir. Her arz kendi talebini yaratır. Adam Smith yada David Ricardo olmaya gerek yok. 

Ülkede işsizlik 10 milyona dayandı ise insanlar istedikleri işte değil bulduğu işte çalışacaklardır. Bu da mutsuz insanlar topluluğu yaratarak bazı sektörlerde sürekli arayış içerisinde olan insanlar turnover oranını yükseltecektir. İK elindeki eleman bolluğunu kullanarak en mükemmeli seçme anlayışı içerisinde bazen küçük nedenlerle insanları eliyor. Bu elenen insanların asla  yeteneksiz ve başarısız olduğu anlamına gelmez. Sadece arzı çok olan işsizler ordusunda mutlaka sizden daha iyileri vardır ve işveren genelde onları seçer. İşverenlerin de elbette kendilerine göre bir çok haklı nedenleri vardır. Bir işçinin işverene maliyetini düşündüğümüzde elbette onlara da hak vermemek mümkün değil. İki taraf için de daha fazla anlayış ve empati ile orta yol bulunabilir. Ancak daha adil ve eşitlikçi bir iş dünyası herkesin beklentisidir.

İyi bir işe girmek bir çok şeyin bileşkesinden oluşmaktadır. İyi bir eğitim, İyi bir çevre, iyi bir dış görünüş, anlama ve anlatma yeteneği vs. Tüm bunlara bir de şans faktörü eklenirse kaymaklı ekmek kadayıfı olur:) O zaman İK cı sizden etkilenerek  bir iş şansı verebilir. İşsizlere düşen daha çok donanımlı bir hale gelerek mücadeleyi asla bırakmamaktır. Tüm işsizlere istedikleri ve mutlu olabilecekleri güzel işler bulmalarını  dilerken  işverenlere de bol kazançlı işler temenni ediyorum.

Mesut YÜKSEL

16 Mayıs 2015 Cumartesi

GÜNEŞLİ BİR HAVADA SİSLİ BİR DÜNYA





 
Pırıl pırıl aydınlık bir güneş her sabah bizi pencereden selamlıyor. İçimizi ısıtıyor ve yaşama sevincimiz artıyor. Ancak içinde bulunduğumuz durumu düşününce bazen güneş bile bazı durumları aydınlatamıyor endişesine kapılıyorum. İnsanlar gelecek kaygısı taşıyorlar. Son verilere göre işsizlik 12 milyon düzeyinde olduğu ifade ediliyor. ( Resmi rakamlara göre ) Benim şahsi düşüncem her ailede aşağı yukarı bir işsiz bulunuyor. Dolayısı ile rakam 20 milyon civarındadır. 

Bir ülke düşünün? Sürekli her şehirde ve bölgede üniversite açan ( Bence aydınlanma adına çok iyi bir şey ) Fakat o üniversiteden mezun olan gençlere iş imkanı yaratılmıyor. Bu gençler kültürlü, bilgili ve donanımlı bireyler olarak ekonominin ve milli gelirin artması için hizmet etmesi gerekirken iş bulamadıkları için kahve köşelerinde, orda burda heba olup gidiyorlar. Ülke nüfusunun büyük bir kısmı işsiz. Dolayısı ile tüketen bireyler. 

Oysa yeni iş sahaları ve fabrikalar açılsa bu insanlar ülke ekonomisine katkı sağlayacak ve ekonomimiz dünya ekonomileri ile rekabet eden bir hale gelecektir. Sosyal medyada dolaşırken İşkur'un geçen bir açıklama yapmış olduğunu gördüm. Açıklama aynen şöyleydi "240 Bin kişi iş beğenmedi" İşkur  Lisans seviyesinde mezun olan insanların mezuniyetleri ile ilgili İş bulmaları konusunda yetersiz kalmaktadır. Örnek vermek gerekirse; Lisans mezunu bir insana torna tesfiye yada gaz altı kaynakçısı işleri önerilirse tabiki bu işler tercih edilmeyecektir. 

Dolayısı ile olayı herkes kendi açısından yorumlasa da gerçekler su götürmez bir şekilde karşımızda durmaktadır. Gelecek kaygısı nedeni ile insanlar  endişeli bir durumda. Milyonlarca insanın sabah kalktığında tek düşüncesi evine ekmek götürebilmek. İşi olanların hayıflanıp şikayet ettiği ,olmayanların ise  kapı kapı dolaşarak iş aradığı bir dünyada yaşıyoruz. Ülkemizde işe alımlar çoğu zaman referans  ve etiket odaklı yapılmaktadır. 

Yetenekli ve yaratıcı insanlara işletmeler genelde bir şans vermemekteler. Dolayısı ile bu bakış açısı uzun vadede ekonomik göstergelere de olumsuz bir şekilde yansıyacaktır. İşletmeler yetenekli ve yaratıcı beyinlerden çıkacak yeni fikirlerden  gelecekte de var olabilmek için daha fazla istifade etmelidir. Dolayısı ile işe alımlarda etiket odaklılık yerine yetenek ve yaratıcılık odaklı bir bakış açısı uygulanmalıdır. Bir toplumda milyonlarca işsiz varsa ve bunların çoğu da etiket ( Diploma ) odaklı işe alım dolayısı ile işsiz ise bu durumdan korkun! Bir şeyler yanlış uygulanıyor demektir.

Firmalar ve yöneticiler günü kurtarma ve koltuk kaygısı ile çalıştığı sürece insanların umutları güneşi sisli bulutların örtmesi gibi puslu ve belirsiz bir hale gelecektir. Yaptığınız her işte önce vicdanınıza danışın! Onun onayı olduktan sonra yapmaya çalışın. "Karakteri işe al ve yeteneği eğit"! İnsanlar bin bir güçlükle bir üniversite diploması alıyorlar. Üniversitenin ismi mi önemli yoksa karakter, yetenek ve yaratıcılık mı? Herkes bunu bir düşünsün. Yaptığımız her işin bir gün mutlaka bizlerden hesabı sorulacaktır. Kimsenin hakkını yemeyin! ve doğru olana şans verin!

Sislerden arınmış güzel günlerde herkesin güneşin pırıl pırıl yansıyan ışıklarında umut dolması dileğiyle...

Mesut YÜKSEL

13 Mayıs 2015 Çarşamba

ALGI OPERASYONLARI




Sosyal Medya'da son yıllarda sıklıkla duyduğumuz bir kelime olan "Algı Operasyonu" nedir? neden yapılır? bu konuda düşüncelerimi paylaşmak istedim. Bilimin, teknolojinin gelişmesi ile sosyal medya araçları da aynı hızla gelişme gösterdi. Her türlü iletişim araçlarının bir tık ötemizde olduğu bilişim çağında insanlar sosyal medya araçlarını oldukça aktif bir şekilde kullanmaya başladılar. Dolayısı ile izlediğimiz ve gördüğümüz her şey bizim bilinç altımızda aslında bize mesaj veren araçlardır. 

Gelin bu durumu örneklemeye çalışalım. Sosyal medyada sık sık özlü söz paylaşan insanlar görmekteyiz. Bu bizim bilinç altımıza  o sözü paylaşan insanın ne kadar hümanist ve duyarlı biri olduğu mesajını iletir. Peki aslında durum gerçekten de öyle midir? İşte bu bilinç altımıza yapılan bir algı operasyonudur. Gerçek olmayan bir şeyi yada olayı sürekli kamuoyuna dikte etmek eleştri ve algı yeteneği gelişmemiş insanları ikna etme yönünde başarılı sonuçlar vermiştir. 

Bu konuda bilim adamlarının yapmış olduğu  çalışmalar çeşitli mecralarda mevcuttur. İnsanlar gün geçtikçe farklılaşarak olduğundan farklı bir görünüm vermeye başladılar. Televizyonu açtığımızda siyasiler insanları etkilemek için sürekli algı operasyonu yapmaktalar. İnsani erdemlerden  yoksun olan bazı insanlar mevlana sözleri paylaşır oldu, yardımsever olmayan insanlar sosyal medyada kendisini tam aksi yönde tanıtma çabası içerisindeler. 

Yeteneğe ve yaratıcılığa değer vererek işe alımlarımızı gerçekleştiriyoruz sloganları ile öne çıkmaya çalışan bazı firmaların mülakatlarda tam aksi yönde davranarak insana saygı ve değer anlayışlarının sadece web sayfalarında bir cümle olarak kaldığını görüyoruz. 

Dolayısı ile insanlar olsun firmalar olsun  kamuoyunda algı operasyonu yaparak ve sübliminal mesajlar vererek bilinçaltımıza olduklarından daha farklı oldukları yönünde algı yaratmaktalar. Eleştri ve algı yeteneğimiz gelişmemiş ise kuzu postuna bürünmüş kurtları algılayamayız ve onların her söylediğine körü körüne inanırız.  Bunun için, çok okuyan, araştıran ve sorgulayan bir nesil yetiştirmemiz gerekmektedir.

Mesut YÜKSEL

25 Nisan 2015 Cumartesi

İŞE ALIMDA SANAT VE YARATICILIK KISTASI



İnsanoğlu çok eski çağlardan beri duygularının içerisindeki üreticilik ve yaratıcılığı dışa vurarak sanatın herhangi bir dalı ile uğraşmaya başlamıştır. Bu duygusal harmoni yüzyıllardır sayısız sanat eserini insanlığa birer kültür mirası olarak hediye etmiştir. Müzik, resim, tiyatro, heykel, şiir, yazı, edebiyat vb. birçok sanat dalı ile uğraşan insanlarda gözlemlenen davranış şekilleri etraflarına ve topluma duyarlı, saygı ve sevgi çerçevesinde yaşantılarını devam eden ve sanatlarını icra ederken hem kendilerini hem de toplumu mutlu etme kaygısı taşıyan insanlar olmalarıdır. 

İK da günümüzde işe alımlarda yabancı kaynaklı kişilik, karakter, sayısal ve sözel olmak üzere birçok değişik formatta testler uygulandığını görmekteyiz. Bu testlerde tamamen kişinin bilgisi ve algısı üzerindeki sonuçlar değerlendirilerek İK bir karara varmaktadır. Peki ya duygusal zeka? Yaratıcılık? Üreticilik? Sanat yönü? Bunlar İK tarafından çoğu zaman dikkate alınmayan oldukça önemli olgulardır. İK nın sunduğu testleri başarı ile geçen bir insan acaba şirketinize yeni ve yaratıcı fikirler katma konusunda başarılı olabilecek mi? Bu özelliği kıstas aldığımızda sorunun doğru cevabı çoğu zaman hayır olacaktır. 


Duygusal ve sosyal zekası güçlü olan ve sanatın herhangi bir dalı ile uğraşan yaratıcı ve üretken insanların işlerine bağlı ve çevresi ile uyumlu  insanlar oldukları sizlerce de malumdur. Dolayısı ile elbetteki bilgi önemli ve gereklidir fakat çok şeyi bilmek sizin yaratıcı fikirler üreteceğiniz anlamına da gelmez. Sadece bilgi birikiminiz işinizi rutin işleyişle kolay bir hale getirmekten fazlası olmayacaktır. İşletmelerin amaçları gelecekte de var olabilmek olduğuna göre bir şirketi gelecekte de var edecek en önemli olguların başında yaratıcı fikirler ile şirketi geleceğe hazırlamak gelmektedir. 

Dolayısı ile rutinin dışına çıkılarak, küresel rekabete ayak uydurulması noktasında işletmeler sanatçı ve yaratıcı insanlar ile yola çıkmalıdır. Bilgi ve enformasyon çağında bilgiye son derece hızlı ulaşabiliyoruz. İşletmeler bilgi alma konusunda hiçbir sıkıntı yaşamıyorlar. Çağımızda işletmelerin temel sıkıntılarından birisi sanatçı, yaratıcı ve üretici insanlara bünyelerinde  çok fazla şans vermemektir. Sanatın hangi dalı ile uğraşırsa uğraşsın yada yazarlık özelliği ile bildiğini aktarma becerisine sahip ise o insanlar özeldir ve normal insanlardan elbette farklı kişilik özellikleri sergileyeceklerdir. 


Ancak bu sıra dışılık İK tarafından çoğu zaman yanlış algılanarak bu tip adaylar işe alımlarda elenmekteler. Bir müzik aleti çalan, şarkı söyleyen, resim çizen, şiir yazan, yazı yazan insanlar bir şeyler üreten özel insanlardır. Hiç üreten ( yaratan ) ile üretmeyen bir olur mu? Kayahan'lar, Barış Manço'lar, Cem Karaca'lar, ürettikleri eserler ve duruşları   ile gönüllerimizde yer ettiler. Onlarda sıradan insanlar olsalardı kimse onları tanıyıp bu kadar  sevmeyecekti.

Burada vurgulamaya çalıştığım şey sanatçı üretir, duyguludur ve yaptığı işe de bu duygusunu yansıtır. Alışılagelmiş işe alım yöntemlerini reddelim demiyorum elbette fakat işe alım kısmında İK da revize edilmesi gereken ve eksik uygulanan çok şeyler mevcut. Sanat ile uğraşan, yazan, çizen ortaya bir eser (ürün) çıkaran  insanlar her zaman işe alımlarda diğer insanlara göre bir adım önde olmalıdırlar.

İş yerinizde ahengi, uyumu, yaratıcılığı ve üretkenliği teşvik etmek ve arttırmak  istiyorsanız bunun yolu bu insanlara değer vermekten geçmektedir. Gelin sizde bundan sonraki işe alımlarınızda işletmenizde sanat ve yaratıcılık kıstasının mülakatta sorgulandığı bir yöntem uygulamaya başlayın. İnanın pişman olmayacaksınız ve büyük oranda işletmenize doğru insanlara şans verdiğinizi sizlerde zamanla fark edeceksiniz!

Mesut YÜKSEL

14 Nisan 2015 Salı

SAMİMİ BİR AŞK İLE SEVMEK




Üzerinden ne kadar zaman geçti birini sevmeyeli, birinin gözlerinde ve gülüşünde kaybolmayalı..Ne kadar zamandır kendimi arıyorum.Yüreğimde ve aklımda sorular sahibi arıyor. Aklının ve yüreğinin söz dinlemediği ve hep onu düşündüğün anlar aslında yaşamını daha anlamlı kılan güzel anlardır. El ele yürek yüreğe yürüdüğünüz o yollarda birlikte kurulan o düşlerde insan bir masal kahramanı edası ile yaşıyor sanki.

Gerçek sevgi ve aşkın tesadüf etme ihtimali lotoda büyük ikramiye çıkma ihtimali ile aynı oranda. Birini seversin ve onu hayatının en özel yerine koymaya başlarsın ve artık hayat yolculuğunda sana eşlik edecek bir yol arkadaşı gibi düşünmeye başlarsın onu. Güneşli ve aydınlık günlerde birlikte yapılan açık hava gezilerinde insanın içi de ısınmaya başlar sevgiliye. Gezilen her türlü mekan bir anda anlam yüklenir ve adeta açıkhava müzesine dönüşür.

Birlikte dinlenen her şarkı anlam kazanır.Yenen her yemek, içilen her şey paylaştıkça daha bir tatlanır damaklarda sevgi ile. Baharla gelen tabiatın renkleri ile yürekler yeniden uyanır aşka. Çiçekler taç yapılır sevgilinin başına, bir prenses edası ile el ele gezilir onunla sahillerde. Denizin o uçsuz bucaksız mavisinde dinlenir yürekler.

Aşkla birlikte tabiat ve yaratılan her şey farklı bir anlam kazanmaya başlar. İki insan tek yürek olmaya başlar ve aynı noktaya bakmak ve aynı hedefe varmak amacı ile düşünürler. Önemli olan burda samimiyettir. Birbirini kandırmamak ve en başında tutulan ellerin bırakılmaması ve aksine daha bir kenetlenmesidir. Bir yola çıkmak elbette çok zorlu ve çetindir.

O kişiye inanıyor ve güveniyorsanız hastalıkta ve sağlıkta, zenginlikte ve yoksullukta bir yola çıkmak en erdemli ve dürüst yaklaşımdır. Para ve pula endeksli sevgiler içlerinde samimiyet barındırmazlar. Onların hep bir fiyatı vardır. Bütün sevgi ve aşklarda esas olan samimiyetle sevmektir. İnsanların duygularını incitmeden olmuyorsa baştan dürüst davranıp birlikteliğe hiç başlamamak en doğru olan yaklaşım şeklidir.

İlişkilerinizde belli bir aşamaya geldikten sonra ufak sebeplerle bitirmek iki taraf için de çok zor bir sürecin başlangıcı olabilir. Onun için çok iyi düşünün ve karar verin!. Kimsenin ahını almayın!.Yürek belki kolay kazanılır fakat incinince de tamiri  çok zordur. Samimi yürekler samimi aşkları hak ederler. Yapmacık ve çıkarcı insanlarsa eninde sonunda ettiklerini bulacaklardır. Tüm samimi yüreklere baharın başladığı bu yeniden diriliş günlerinde samimi bir aşk diliyorum.


Mesut YÜKSEL

10 Nisan 2015 Cuma

GÜNEŞLİ BİR RESİM ÇİZ BANA


Yeni bir uyanış ve diriliş mevsimidir bahar. Bir müjdedir, uzaktan alınan ve yeni umutlara açılan yelkendir. Tabiatın binbir rengi selamlar bizi renk renk çiçek çiçek. Uzaklardan kokusunu alırız kır çiçeklerinin. En güzel esanstan daha etkilidir tabiatın kokusu. Toprağın ve çimenin çiğ taneleri ile buluşmasında eşsiz bir koku yayılır etrafa. İşte bu koku toprağın canlanmasıdır, tabiatın uyanmasıdır, adeta insanoğluna yaratanın eşsiz bir armağanıdır. Nereye baksak aydınlanır içimiz, yeşil ve mavinin buluştuğu o muhteşem tabloda  kusursuz bir ressamdır doğa.

Her mevsim tualinden binbir renk çıkarır ve boyayıverir üzerindeki elbisesini binbir renge. Uzun ve soğuk gecelerin ardından içimizin ve dünyanın ısınmasıdır kıpırtısıdır bahar. Tabiatın tüm güzellikleri insanoğlunun hizmetine sunulmuş yaratan tarafından. En güzel şekli ile tüm canlıların vücut bulduğu bu muhteşem döngüde işleyen harika bir matematik şaşmadan milyarlarca yıldır devam etmekte. Yaşadığımız her anın kıymetini bilip şükretmeliyiz. Bize bahşedilen en güzel aramağan olan yaşamımızı faydalı işler yapma adına kullanmalıyız. İnsani erdemlerden kopmadan insanlık adına insan gibi yaşamak temel felsefemiz olmalıdır.

Bilgili olan, kendisini tanıyan ve topluma faydası olan insan erdemli insandır düşüncesi ilkçağ filozoflarından bu yana geçerliliğini korumaktadır. Her dinin peygamberleri insan olmamız gereği çevremize ve topluma faydalı  olmamız gerektiğinden bahsetmişlerdir. Şu halde aklın, bilimin ve dinin ortak bir payda içerisinde insanlık adına aynı görüşü savunduğunu söyleyebiliriz. Bir insan olarak rol modelimiz erdemli insan olabilmek olmalıdır.

Hangimiz peki bunu başarabiliyoruz? Önce kendimizi yeterince tanıyabildik mi? Kendimizi tanıma gayretimizden sonra içinde yaşadığımız dünyayı, aklı, bilimi ve mensup olduğumuz inancı yeterince okuyup araştırabildik mı? Bilimin ve inançların temel referansı akıldır. Akla mantığa ters olan inanca ve bilime de terstir. Dolayısı ile her konuda aklın ve mantığın şaşmaz rehberliğini esas almalıyız. Attığımız her adımda ve yaptığımız her işte akılcı davranmalıyız.

İş dünyasında rekabet bu gün bir çok konuda insanları gereğinden fazla hırslı canlılara dönüştürmüş durumda. Bu hırs neticesinde güçlü güçsüzü ezer mantığı ile hareket eden ticaret algısı insani erdemleri de yok etmeye başladı. Her konuda insanoğlu  kendisini dünyanın merkezine oturtarak  egoist ve çıkarcı bir yapıya dönüşmekte. Yardımlaşma, sevgi ve saygı gün geçtikçe azalıyor. Ahlaki dejenerasyon toplumun her katmanında derinlemesine hissedilmektedir. İnsanlık var olduğundan beri bilimsel ve teknolojik açıdan korkunç bir ilerleme kaydetti.

Fakat bu ilerleme maalesef insani erdemlerimizde tam aksi yönde seyretti. Yaşamımız çok daha kolay ve konforlu bir hale gelirken  duygularımızdaki o saflık artık kirlenmeye yüz tuttu. Şunu yaşamımızın her anında aslında kulağımıza küpe yapmalıyız. Sınırlı bir ömür süreci yaşıyoruz. Doğumumuz ve ölümümüz arasında bize bahşedilen o kısıtlı sürede yaşamımızı nasıl iyi ve güzele odaklayıp faydalı işler yapabilirsek arkamızda bıraktığımız iz de o kadar kalıcı ve ölümsüz olmaktadır.

Bilim adamlarını, sanatçıları ve topluma faydalı işler ve eserler bırakan o insanları bir düşünelim. Sınırlı hayatlarını sonlandırdıklarında arkalarında bıraktıkları eserlerle aslında ölümsüz olmayı başardılar. Bir de hiçbir faydalı ve güzel iş  yapmadan ardında birtek iz bırakmayan insanları düşünelim. Aslında onlar yaşarken silik bir hayat yaşıyorlardı ve öldüklerinde de o silik iz yok olup gitti. Hangi inanca başvurursanız başvurun, üreten ve topluma faydalı işler yapan insanların diğer insanlara göre üstün olduğunu göreceksiniz.

Buradan yapacağımız çıkarım insan olmamız ve inançlarımız gereği erdemli insan olabilme gayretini yaşamımızın her safhasında göstermeye çalışmaktır. Doğa, tabiat, ekosistem, yaratıcı adına her ne derseniz deyin her yıl bize bu kadar yaratıcı ve cömert davranmasa idi bizler yeryüzünden silinip gitmiştik. Bu kadar cömert olan doğa (yaratan) karşısında bizler ne kadar cömertiz? Bir hayat maratonu içerisinde hızla ömrümüz tükenirken her saniye kronometre aleyhimize işlemekte.

Her uyandığımız gün bizim banka (ömür) hanemize yatırılmış trilyonlar gibidir. Onun kıymetini bilerek yaşamaya gayret edelim. Hepimizin yüreğinde sevgi tohumları var ve uyanmak için baharı bekliyorlar. Onları yeşertin! Sımsıcak bir sevgi ile bakın her canlıya ve aldığınız her nefes için şükredin! Bunca olumsuzluğa rağmen bir çocuğun çizdiği resimdeki gibi saf ve temiz bir yaşantımız olabilir. Erdemli bir insan gibi yaşamaya gayret edersek bizlerde topluma yaptığımız faydalı işler ve bıraktığımız eserler sayesinde ardımızda iyi bir iz bırakabiliriz. Bizden sonra gelecek kuşaklar için çok daha temiz bir toplum ve çok daha temiz bir doğa bırakalım. Güneşli ve aydınlık günler bizleri bekliyor! yaşama sevincimizi kaybetmeyelim!
 
Mesut YÜKSEL
 


3 Nisan 2015 Cuma

EN GÜZEL BESTENİZİ HENÜZ YAPMADINIZ!

 
  
 
 
İnsan hayatının her evresinde yaptığı işler ile gönülleri fethedebilir yada kırabilir bu tamamen sizin hayattaki duruşunuz ile ilgilidir. Günlük hayatımızda insanlarla kurduğumuz iletişim ve iş yerimizde arkadaşlarımızla kurduğumuz iletişim neticesinde onların gönüllerinde iyi yada kötü bir iz bırakırız. Tıpkı müzik notalarının gönüllerde ve kulaklarda bıraktığı o müthiş ezgiler ve tınılar gibi. İyi yapılmış bir bestenin duygusu ne kadar yoğun ve üzerine yazılmış sözlerin de matematiği ne kadar başarılı ise o beste o kadar akılda ve yüreklerde kalıcı bir hale dönüşebiliyor .
 
Üzerinden onlarca yıl geçmesine rağmen bu besteler bir şarap gibi daha da lezzetli bir hale geliyor ve adeta klasikleşiyor. Bunu etkiyi insanlar üzerinde bırakabilmek elbette bir takım konularda başarılı olabilmenizden geçmektedir. Müzik kulağınız ve nota bilginiz yok ise bu işin matematiğini de bilmiyorsunuz demektir. Yaptığınız besteler ve yazdığınız sözler olsa da işin mutfağını (ilmini) bilmiyorsanız ortaya çıkardığınız yapıtlar da kalıcı olmayacaktır.
 
Dolayısı ile insanların gönüllerini fethetmek önce yaptığımız işin mutfağını çok iyi bilmekten ve işimizi sevmekten geçmektedir. İş dünyasına bu noktada bir atıf yapar isek binlerce kişi ile sürekli mülakat yapan ve işletmeye en iyi personeli kazandırmak için çalışan İK personelleri insanların gönüllerini kazanarak işlerini yaptıklarında hem işletmeye bir artı değer kazandıracaklar hem de insanların gönüllerini kazanarak insana değer anlayışını işletme politikası olarak uygulamış olacaklardır.
 
Örgütün başında iyi bir orkestra şefi olduğunda her kafadan çıkan kakafoni yerini ritm duygusu ile kulağa hoş gelen armonilere bırakacak ve bu birlikten takım ruhu ve sinerji doğacaktır. İyi yönetilen bir örgüt iyi bestelenmiş bir şarkı gibidir. Bir duygu ve amaç birliği bulunmaktır. Lider örgütünü  ortak amaç  ile güdülediğinde matematik uyumu gibi bir denge içerisinde çalışan bir örgüt kültürü doğacaktır.
 
Herkesin insanca muamele gördüğü ve motive olduğu mutlu çalışanlar  topluluğu işine daha sıkı bağlı ve çalıştığı kuruma aidiyet duygusu besleyen çalışanlar yaratacaktır. İnsanın olduğu her yerde saygı, sevgi ve düzgün kurulmuş bir iletişim de olmalıdır. İşletmelerin kuruluş amaçları kar etmektir. Kar ederken bir takım insani erdemleri de işletme politikasına yerleştirebilmeyi başarmış işletmeler hem çalışanlarının hem de toplumun gönlünde saygın bir yer elde etmişlerdir.
 
Yaptığımız her işte bir ressamın fırçasından tuale aktardığı o eşsiz renklerdeki gibi, yada bir şairin mısralarında yazdığı o derin duyguları hece hece işlediği gibi  yada duyduğumuzda gönül telimizi titreten bir melodi gibi insana ve duygulara dair izler olması gerekir. Hoyratça yapılan her iş gönülleri kırarak talafisi çok güç kayıplara neden olabilir. Lider iyi bir orkestra şefi olamazsa kulak tırmalayıcı sesler örgütten gelmeye başlayacaktır.
 
Her insanın bir hikayesi vardır ve her insan değer gördüğünü hissetmek ister. Empati yapın, dinleyin, anlayın ve insanlara yardımcı olmaya çalışın. Hayat kısa ve ölüm yakın! Herkes arkasında bıraktığı eseri ile anılır ve henüz siz en iyi bestenizi yapmadınız! Bu günden tezi yok sıvayın kolları ve çalışmaya başlayın! İşinize aşk katın, duygu katın ve gönülleri fethedin! Arkanızda bıraktığınız ve gönülleri kazandığınız besteniz sizin en iyi eseriniz olarak anılacaktır!
 
 
Mesut YÜKSEL

21 Mart 2015 Cumartesi

ÇİKOLATA VE ÇALIŞAN KARAKTER ANALİZİ


   

Çikolatanın Kısa Tarihçesi:

Milattan önce, büyük olasılıkla Olmeklerden oluşan bir grup, Güney Amerika'da kakao ağacı yetiştirir. Mayalar, bir hayvanın bu ağaçtan bir meyve kopardığına tanık olur. Mayalar zamanla bu çekirdekleri nasıl kullanacaklarını öğrenirler. M.S. 600 yılında, Mayalar çikolatalı bir içecek yaparlar. Efsaneye göre, Aztek kralı Moctezuma günde 50 fincan çikolata içiyordu. Azteklerde ve Mayalarda çikolata içmek önemli bir olay sayılırdı. Mayalarda daha çok kraliyet ailesi için uygun görülen bu içeceği sıradan insanlar çok özel durumlarda içebiliyordu.

Azteklerde ise yöneticiler, rahipler, rütbeli askerler, onurlandırılmak istenen tüccarlar bu özel içeceği tadabiliyordu. İspanyol kâşifler Kristo Kolomb ve Hernán Cortés in, 16. yüzyılda Orta Amerika ya yaptıkları gezide Aztek kralı Moctezuma bu çikolatalı içeceği kaşiflere sunar. Kaşifler bu içeceği vatanlarına götürüp hazırlamasını öğretirler. Bu, Mayalar ile Azteklerin öğütülmüş kakao çekirdeklerinin suyla karıştırılmasıyla elde ettikleri bir içecektir.

Aztek dilinde "ekşi, acı içki" anlamına gelen "xocoatl" adındaki bu içeceği Aztekler, içine biber ve başka baharatlar katarak soğuk olarak içiyorlardı. İspanyollar ise aynı içkiyi şekerli olarak içmeye başladılar. 80 yıl sonra, İngiltere'de içecek yapılmak üzere katı çikolata satılmaya başladı. Böylece katı çikolata satan "çikolata evleri" bütün Avrupa'ya yayıldı. 1700'lü yıllarda İngilizler bu içeceklere süt katmaya başladılar. Türkiye'nin ilk yerel üretim yapan çikolata fabrikası ise, cumhuriyetten üç yıl sonra, 1927'de Feriköy'de kuruldu. Bugüne kadar bulunan en eski çikolatanın izlerine 2600 yıllık bir çömleğin içinde rastlanmıştır.
 

Satırlarıma başlarken çikolatayı icat eden kişi asırlar sonra bu tatlı besini birilerinin çıkıp ta iş dünyası ile ilintili bir yazının içine malzeme yapacağını sanırım düşünmemiştir. İK ile ilgili birçok yazı okudum ve yazdım. Çikolata ve İş dünyasının  iç içe olduğu bir yazıya rastlamadım varsa da ben bilmiyorum . Kafamda neden ikisini bir yazıda kullanmayım? Şeklinde bir fikir belirdi. Malum ya çikolata insana yediği zaman beyninde mutluluk hormonlarını aktif hale getiren endorfin salgılatır ve bu yönüyle bilim adamları bile mutsuz olduğunuzda biraz çikolata yiyebilirsiniz şeklinde tavsiyede bulunur.

Kaliteli bir çikolatanın damakta ve beyinde bıraktığı haz duygusu birçok keyifli hobinin bile önüne geçmektedir. Her damağa ve zevke hitap eden çikolata her yerde satılmaktadır. İşin sırrı doğru seçimi yapmaktan geçmektedir. İş dünyası da aynen böyledir. Her çeşit insanların çalıştığı işletmelerde değişik karakterde olan çalışanlar herkesin damağında farklı bir tat bırakır.

Peki  çikolatalar ile çalışan yada yöneticilerin karakter analizini yapar isek ortaya nasıl bir sonuç çıkarabiliriz?
     
  • Bitter Çikolata: Baskın karakterli ve otoriter çalışan yada yöneticilere benzetebiliriz. Rengi ve kokusu keskin olan bitter çikolata ağızda baskın bir hale geldikten sonra yoğun aromasıyla hafızamızdan uzun süre silinmeyecek bir tat bırakır.
  • Sütlü Çikolata: Daha ılıman ve sakin çalışan yada yöneticilere benzetebiliriz. Çikolatanın içerisinde bulunan süt daha sakin bir karaktere dönüşmenize neden olacaktır. İnsan ilişkilerinde daha pozitif ve takım çalışmasına yatkın tipleri sütlü çikolataya benzetebiliriz.
  • Beyaz Çikolata: Bu tip çalışan yada yöneticiler genelde renklerini asla belli etmezler. İyi mi yada kötü mü olduklarını pek anlayamazsınız. Pek dialoğa girmekten hoşlanmazlar, az ve öz konuşurlar ve ser verip sır vermezler.
  • Fıstıklı yada Fındıklı Çikolata: Bu tip çalışan yada yöneticiler dışarıdan gelecek her türlü söz yada etkinin tesirinde kalarak karar verme eğiliminde olabilirler.
  • Sürpriz Yumurta: Bu tip bir adayı İK işe aldığı zaman işletmenize pozitif anlamda da katkısı olabilir negatif anlamda da :) adı üstünde sürpriz yumurta! ne çıkacağı belli olmaz?.
  • Dolgulu Çikolata: Bu tip çalışan yada yöneticiler genelde dıştan çok sert ve otoriter gibi görünse de içlerinde yufka bir yürek taşırlar. Bu da krema dolgusunun yumuşatma etkisinden kaynaklanmaktadır:) Hulisi Kentmen modeli Yönetici de diyebiliriz:)
  • Meyveli Çikolata: Enerjisi ile bulunduğu her ortamda neşe saçan ve genelde pozitif bir bakış açısına sahip olan yönetici ve çalışanları bu çikolataya benzetebiliriz.
  • Sıcak Çikolata: Bu tip çalışan yada yöneticiler sıcaklıklarını muhafaza ettiği zaman verim alınan tipte insanlardır. Onlardan verim alabilmek için sürekli ateşleyici sözer söyleyip motivasyonlarını yüksek tutmak zorundasınızdır. Aksi halde soğuduklarında katılaşırlar ve verimleri de düşme eğilimi gösterebilir:)
  • Pralin: Sözlükte bir lokma büyüklüğünde ve birçok karışımından oluşan çikolata olarak tanımlanmış olan pralini ben yaratıcı ve yetenekli çalışan yada yöneticilere benzettim. İçerisinde her türlü zenginliği ve rengi barındıran bu kişilikler, işletmeyi geleceğe taşıyabilecek vizyoner  bakış açısına  sahip insanlardır denebilir:) Bu yönüyle Liderleri praline benzetebiliriz.


Bu yazıyı yazmamdaki amaç beyinlerde hoş bir tat ve yüzlerde bir tebessüm bırakabilmek. Elbette ki yukarıdaki eşleşme ve benzetmelere katılmayanlar olabilir ancak bu eşleşmeler tamamen benim şahsi fikrimdir. Günümüz dünyasında oldukça stresli ve zor bir hayat yaşıyoruz. Mutlu olabilmek  için zaman zaman kendimize küçük ödüller vermek bizi rahatlatacaktır. Bunun da  en ucuz ve kolay yollarından birisi bir çikolata yemektir. Çok uzun bir süre olmasa da bir süreliğine bizi rahatlatıp mutlu edecektir. Herkese çikolata tadında bir hayat diliyorum.Sevgiyle kalın!


Mesut YÜKSEL


Çikolata Tarihçesi Kaynak:Wikipedia

17 Mart 2015 Salı

İK' DA ADAYLARA ALTERNATİF YARATMA SORUNU




İnsan Kaynakları çalışanları olarak bir adayın işletmeye kazandırılması noktasında yoğun bir süreç geçirilmektedir. Önce pozisyon için gerekli kriterler seçilir ve bu kriterleri içeren bir ilan metni kariyer portallarına çıkılır. Aday havuzu yeterince başvuru aldıktan sonra havuzdan ilan kriterleri ile örtüşen yeterince adayın CV si çekilir ve bu adaylardan ulaşılabilinenler tek tek mülakata davet edilir. Mülakatta adayın ilan metninde istenen yetenek ve becerilere sahip olup olmadığı sınanarak bir karara varılır. Bu karar neticesinde birçok aday elenir.
Oysa elenen adayların içerisinde işletmeye farklı pozisyonlarda değer katabilecek bir aday olduğunu hiç düşünebildik mi? Çok yakın bir dostumun bir tanıdığı Amerika Alaska eyaletinde ikamet ediyor ve büyük bir gıda firmasına iş başvurusunda bulunuyor. Kendisi görüşmeye çağırılıyor fakat firma ikametine oldukça uzak bir noktadaymış. Kendisi firmaya iş görüşmesi için gittiğinde İK yöneticisine Kurumsal İletişim mezunu olduğunu ve o bölümle ilgili bir iş istediğini söylüyor.

İK yöneticisi;"senin azmini ve özgüvenini sevdim fakat seni o pozisyon için değil de arşiv pozisyonumuz için işe alabilirim. Bu sayede firmamızın geçmişini ve neler yaptığını o bölümde çok iyi tanıma imkanı bulabilirsin. Çalışma azminle  de istediğin bölümü hak ettiğini göster bana" şeklinde konuşma yapıyor.

Yani adayın istediği bölüm olmasa bile İK onu kazanmak adına farklı bir alternatif sunuyor ve ileride istediği bölüme geçebilme yolunu da açık tutuyor. Peki Türkiye'de uygulanan İK anlayışına dönersek nasıl bir uygulama yapılıyor? Onca mülakat sürecinin sonunda bazen olumlu adaylar bile İK tarafından elenebiliyor ve elenen adaylar için çoğu zaman o firmada tüm iş imkanları İK tarafından kapatılmış oluyor.
Adaylara mülakat sonrası alternatif yaratabilmek firmanıza neler katabilir?
  • İnsana saygı ve değer anlayışının işletme politikanıza yerleştiğinin göstergesi olur.
  • Adaylara alternatif yaratarak  işletmenize sadık çalışanlar elde edebilirsiniz.
  • Karakteri işe al yeteneği eğit sözünü firmanızda gerçekleştirmiş olursunuz.
  • Evrensel İK anlayışını ve doğru olan bir uygulamayı firmanızda uygulamış olursunuz.
  • Marka değerinizi yükseltmiş olursunuz.
  • Kariyer yollarının firmanızda açık olduğunu adaylara göstermiş olursunuz.
  • İşletmenizin tercih edilebilirliğini arttırmış olursunuz.
Örneğin İK uzmanı olarak başvuru yapmış bir adaya o an için İK da şans vermeyebilirsiniz ve onu idari işler bölümünüzde bir boşluk varsa oraya yönlendirme yaparak kazanabilirsiniz. Daha sonra şartlar müsait olunca o kişiye İK da bir şans verebilirsiniz. Bu çeşit bir İK yaklaşımı doğru olan ve evrensel geçerliliği olan, yani yeteneği yok eden değil, kazanan bir yaklaşım şeklidir. Elbette büyük işletmelerde alternatif imkanı daha fazla olacaktır.

Ancak öyle olsa bile İK nın bakış açısı adaylara alternatif yaratma konusunda önemli rol oynamaktadır. Adaylardan kişiliğini ve özgüvenini olumlu bulduğunuz halde mülakat sonrası küçük nedenlerle elemek zorunda kalacağınız adaylara işletmenizde varsa farklı bir pozisyonda şans vermeye çalışın. Bu şekilde karakteri işe alıp yeteneği eğiterek, işletmenizde evrensel ik anlayışını yerleştirip sadık ve güvenilir çalışanlar yaratabilirsiniz.

Mesut YÜKSEL

11 Mart 2015 Çarşamba

İK DA YARATICILIK ALGISI



Yaratıcılık, olmayan bir şeyi hayal edebilme, bir şeyi herkesten farklı  yollarla yapabilme ve yeni fikirler geliştirebilme yeteneğidir. Başka bir deyişle yaratıcılık herkesin gördüğü şeyi aynı görüp onunla ilgili farklı şeyler düşünebilmektir.Yaratıcılık günlük olaylara ve nesnelere herkesten farklı bakabilmek ve farklı yaklaşım tarzı geliştirebilmektir. Yaratıcılık, olağan, günlük şeylerin özel olmasını, özel şeylerin de daha çok günlük hayata girip doğal şeyler olmasını sağlar.
 
Yaratıcı bireyin özelliklerinden birkaçı;
                
-Meraklıdır, Öz kanıtlama içerisindedir, Özgürdür ,Yüksek üretim gücüne sahiptir, Başarılıdır.
 
-İlgi alanları çok yönlüdür ,Estetiksel yargı içindedir ,İçe dönük bir yapısı olabilir, Coşkuludur.

-Önsezilidir ,Etkileyendir.
                        

İnsan Kaynakları olarak bazen verilen ilanlara eklenen "Yaratıcılık" kavramını ne kadar yakından tanıyoruz? Adaylarda olmasını istediğimiz ve verdiğimiz ilanlara da önemli bir kriter olarak eklediğimiz yaratıcılığı acaba mülakatlarda yakalayabiliyor muyuz? Bir İK cı olarak iş arayışım sırasında bir çok görüşmeye çağrıldım. Mülakatlarda karşımda beni sınayan İK cı ların bana dair yeterice bilgi sahibi olmadan mülakata başladıklarını gözlemliyorum.
 
Firmamıza ne katacaksınız sorusunun altında aslında yaratıcı (üretken) ve yetenekli birimisiniz? Sorusu yatmaktadır. Ancak blog yazan birisi olarak beni mülakata alan tüm İK cıların CV mde yazmasına rağmen 1 tane bile blog yazımı okumadan beni sınadığını görmekteyim. Blog yazarlığı üretmek (yaratmak) ve yeni fikirler geliştirerek  sektöre farklı bir bakış açısı katmak olduğuna göre dolayısı ile bunun gibi oldukça önemli olan bir özellik İK tarafından daha en başından değerlendirilmeden çöp tenekesine atılabiliyor.
 
Aslında burda İK kendisi ile çelişen bir hale geliyor çünkü ilana verilen yaratıcı ve üretici olma özelliğini kendisi sınamamış ( değerlendirememiş ) oluyor. Yetenekli ve yaratıcı olmak İK tarafından hep bir "Marka" takıntısı ile değerlendirilme yanlışına kurban giden iki önemli olgudur. Marka bir üniversiteden mezun olmak yada sektörde isim yapmış bir firmada çalışmış olmak İK tarafından genelde yetenekli ve yaratıcı bir adaymışsınız gibi  algılanıyor.
 
Oysa durum gerçekten böyle midir? Marka yerlerde çalışmak yada marka bir üniversiteden mezun olmak çoğu zaman yetenekli ve yaratıcı olduğunuz anlamına mı gelir?  Blog yazmıyorsanız, sanatın herhangi bir dalı ile ilgilenmiyorsanız ve bir şeyler üretmiyorsanız aldığınız diploma size yaratıcılık katmaz. Sadece İK da yanlış bir yetenek algısı oluşturur.( Eleştirdiğimiz kısım da tam burasıdır.)
 
Peki firmanız yaratıcı yeteneklere şans verme konusunda ne kadar hazır ve istekli?

Birçok firma "yeni ve yaratıcı yetenekleri keşfedip onlarla değer kazanarak geleceğe emin adımlarla yürümek temel politikamızdır" gibi sloganvari söylemler geliştirir fakat daha en başında adayları sırf CV sinde marka bir isim göremediği için eleme yoluna gider. Dolayısı ile aday seçimlerinde firmaların samimiyetlerini ve gerçekten markaya değil de yeteneğe ve yaratıcılığa değer verdiklerini adaylara hissettirmesi gerekmektedir.
 
Yine bazı firmalar yetenekli ve bilgili insanları sırf bu özelliklerinden dolayı elemekteler. İK bazen bilgi ve yaratıcılıktan ziyade itaatkar bir çalışanı işe almayı tercih ediyor. Bu bakış açısı  binlerce yeteneğin İK tarafından heba edilmesi demek olmaktadır. Dolayısı ile daha en başında firmanızda boş bir pozisyon için kariyer portallarına verdiğiniz ilanda geçen "Yetenek ve Yaratıcılık" gibi kavramların mülakat esnasında adaylarda bulunup bulunmadığı yeterince sorgulanmadan bir karara varılmaktadır. Bu çelişki ve yanlıştan firmalar yol yakınken dönmelidir. Aksi halde firmalar Yetenek keşfediyoruz diye yeteneği yok eden bir İK anlayışını bünyelerine yerleştirme yanlışına düşmüş olurlar.   

Adil ve objektif kriterlerin esas alındığı ve mülakatlarda marka dan ziyade yaratıcılığın ve yeteneğin esas alındığı bir İK modeli evrensel geçerliliği olan bir sistemdir. Kaynağına insanı temel almış olan bir disiplinin elbette ki insana saygı ve değer anlayışı gereği evrensel geçerliliği olan kural ve kaideleri işlerlik kazandırması gerekmektedir. Dolayısı ile İnsan Kaynakları Yönetim Sisteminin uygulandığı tüm alanlarda artık bu ve benzeri yanlışları görmekten ziyade genel geçer ve kabul görmüş ilkelerin İK da tesis edilmiş olması doğru olan yaklaşım şeklidir. Yaratıcılık ve yetenek oldukça özel ve her insanda bulunmayan iki özelliktir. Bu iki özellik firmalarda bulunduğu taktirde inovasyon ile firmalar geleceğe sağlam adımlar ile yürüyeceklerdir.
 
Mesut YÜKSEL

7 Mart 2015 Cumartesi

İNSAN İLİŞKİLERİNDEKİ SAMİMİYET

İnsan olmanın getirdiği en önemli hususların başında karşımızdaki insanlarla kurduğumuz samimiyet ilişkisi gelmektedir. Samimiyet kavramı ile cıvıklık ve yapaylık arasında ince bir çizgi bulunmaktadır. Bu çizgiyi muhafaza ederek ilişkilerinde yapmacıklıktan uzak sıcak ve samimi bir havada iletişim kurabilme becerisi her insanda bulunmayan bir özellik.

Günümüzde etrafınızdaki arkadaşlarınıza dostlarınıza bir bakın? sizinle neden samimi bir ilişki içerisindeler? toplumsal statünüz iyi olduğu için yada iyi bir işiniz olduğu için olabilir mi acaba? yada ticari bir ilişki içerisinde olduğunuz insanlarla ilişkilerinizi düşünün? arada bir çıkar ilişkisi söz konusu olduğu için aslında sizi bağlayan kavram "çıkar" olmaktadır.

Dolayısı ile genelde çok eski arkadaşlıklar ve dostluklar hariç (Onlarda bile zaman zaman çıkar egemen olmaktadır) sizden bir çıkarı olmayan insanlar sizinle samimi bir ilişki içerisinde olmak istemiyorlar. Bırakın bir ilişki içerisinde olmayı size selam dahi vermeyi bir külfet olarak görüyorlar. Teknoloji ve yenilikler hızla hayatımıza giriyor ve bizim insan ilişkilerimizi yapaylaştırıyor. Samimiyet gibi güzel bir yaklaşımı insanlar artık çıkara endeksli gösteriyorlar.

Sosyal mecralarda ağımıza toplumsal statüsü güçlü insanları ekliyoruz fakat ikili iletişime girmekten imtina ediyoruz. Facebook, linkedin ve tweetter gibi sosyal ağlarda yüzlerce binlerce bağlantımız bulunuyor ancak bunların kaçı ile yüz yüze iletişim kurabildik? Orada sadece fotoğrafından tanıdığımız ve paylaşımlarından takip ettiğimiz insanlar topluluğu bulunuyor. Yediklerini ,içtiklerini, tuttuğu takımı, ailesini, düşünce yapısını sanal olarak takip ettiğimiz insanlar topluluğu.

Oysa hiçbirisi ile boğazda çay içmemin sıcak ve samimi yönünü paylaşmadık. Birlikte aynı yönde yürümedik, soğuğu ve sıcağı hissetmedik, samimi bir sohbeti paylaşmadık. Bu saydıklarımın maddi karşılığı elbette olamaz. Belki de ağımızda bulunan insanların bir çoğu ile çok güzel paylaşımlar içerisinde olabiliriz. Fakat insanlar artık cesur değil ve bağ kurduğu insanlardan da bir çıkar beklemekteler.

İnsan olma erdeminin içerisinde samimiyet ve sıcaklık duyguları da bulunmaktadır. İnsanlar gün geçtikçe yozlaşarak maddiyata endeksli bir hale geldiler. Dolayısı ile her türlü insan ilişkilerimizde çıkarı ön plana aldığımız için yapay ve samimiyetsiz ilişkiler ile yürüyen bir yaşam sürdürüyoruz. En önemlisi karşımızdaki insandan her türlü dürüstlüğü ve samimiyeti bekliyoruz fakat kendimiz çıkarcı ve samimiyetsiz bir biçimde insanlarla bağ kurmaya çalışıyoruz.

Değişime kendimizden başladığımız zaman insanların da bakış açısı değişecek ve herkes kendisine çeki düzen verdiğinde de daha samimi bir iletişim ortamı kendiliğinden gelişecektir. İnsan kendi eksikliklerini bilmediği sürece herkes ona göre hatalı ve yanlış olabilir. Ancak iç görü ve objektif bir biçimde meseleyi değerlendirdiğimizde her türlü değişimin kendimizde başladığının farkına varacağız.

İnsan ilişkilerinizde samimi olun!İnanın herkes en az sizin gibi sizden bunları bekliyor!


Mesut YÜKSEL

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Colgate Coupons