İnsanoğlu dünyaya geldiğinden itibaren adeta zaman ile yarışmaya başlar. Bebeklik evresi, ilkokul, ortaokul, lise, üniversite, master, doktora vs. derken sürekli bir eğitim ve öğrenim süreci içerisinde yenilenir ve bilgilenir. Amaç nedir peki? Elbette öğrenilen tüm bilgilerin iş dünyasında ve hayatımızda işimize yaraması ve yaşamımızı kolaylaştırmasıdır. Kısıtlı bir yaşam sürüyoruz ve bu kısıtlı zamanı en iyi şekilde nasıl kullanabiliriz? Hayatın koşuşturması ve temposu içerisinde bazen etrafımızda olan güzelliklerin farkına varamıyoruz.
Her gün kaldırımda önünden koşturarak geçtiğimiz çiçekçinin sattığı çiçeklerin kokusunu bile alamıyoruz. Burnumuzun koku almamasından değil bu kafamızda bambaşka şeyler olduğundan dolayı olmaktadır. Bazen kendimizi son hızla giden bir trenin camından bakar gibi hissettiriyor hayat. Pencereden baktığınızda çok güzel resimler görüyorsunuz fakat ayrıntılara hakim değilsiniz. Oysa biraz daha yavaş hızla geçen bir trenin camından baktığınızı bir düşünün? Tarlalardaki çiçeklerin renklerini, ağaçları ve uzakta yayılmış olan sürülerin kalabalığına kadar tüm detaylara vakıf olduğunuzu göreceksiniz.
Akıp giden zamanla birlikte bu kısıtlı ömrümüzü hızlı ve yorgun olarak tamamlıyoruz. Oysa her şey aslında olacağına varıyor. Acele etmek bazen sadece bizi yormaktan başka bir işe yaramıyor. Her şeyi sindirerek ve sakince yapmak bize daha dingin ve sakin bir yaşam sağlayacaktır. Şöyle düşünün? Acele yetiştirmeniz gereken bir iş var ve siz gereksiz yere strese girerek işi yapmaya başladınız ve işin epeyce bir bölümünü bitirmeye başladıktan sonra bir hata yaptınız. Şimdi ne olacak peki? Tabi ki hatasız bir iş yapmak zorunda olduğunuz için işinizi tekrar baştan yapmak zorunda kalacaksınız.
Oysa sakin ve dingin bir bilinç ile yapsaydınız iş belki çok hızlı değil ama normal zamanda sıfır hata ile bitmiş olacaktı. Dolayısı ile bazen hepimiz kendimize gereksiz yere stres yükleyip geriliyoruz. Ruh halimiz hep karamsar ve gergin oluyor. Bu ise hiç istemediğimiz bir durum. O halde bazen bu çok hızlı olan tempomuzu normal bir akışa bırakmak ve kendimizi dinlemek en iyi çözüm gibi görünüyor. Aslında burada hızlı yada yavaş bir hayat sürmekten ziyade ömür dediğimiz bu kısıtlı zamanı ne kadar kaliteli kullandığımız önemlidir. Kaliteden kastım insani erdemlere yakışan yüksek bir bilinç düzeyi ile yaşamak ve insanlığa faydalı işler yapabilmektir. Bu sizin hayata bakış açınız ile inandığınız temel değerler ile ilgili bir durumdur.
Bazen insan düşünür? Dünyaya neden geldik ve neden ölüyoruz? Bu sorgulamaları içten içe yaparken bazen şu sorular aklımızın bir köşesini tırmalamaya başlayabilir; ben bir hayvan yada bitki de olabilirdim o halde insan olarak dünyaya gelmemde bir hikmet olmalı? Benim bir misyonum olmalı ve o misyonu gerçekleştirebilmeliyim. Herkes elbette istediği şekilde inanmakta hürdür ancak ilkçağ filozoflarından bu yana insanoğlu evreni ve kendisini inceleyerek ve sorgulayarak bir takım sorulara cevap aramış ve bu sorulara inanç, felsefe ve fizik düzleminde yanıt arayarak varoluş nedenini temellendirmeye çalışmıştır. Bu bağlamda günümüzde teknoloji baş döndürücü bir hız ile ilerliyor.
Tıp her geçen gün gelişerek umarsız hastalıklara çareler bulmaya çalışıyor. Dolayısı ile bazen sonsuz bir burgaçta kaybolurcasına boğuluyor insan ve kendisine bir çıkış kapısı arıyor. Hiçbir şeyin anlamı olmadığını düşünmeye başlıyor. Bu düşüncelerden sonra çeşitli arayışlara girerek içerisindeki manevi boşluğu ve açlığı gidermeye başlıyor. Bu şekilde inanç dünyanız da şekillenmeye başlıyor. İnandığınız değerler doğrultusunda hayatınızı idame ettirmeye çalışıyorsunuz. Her şey zamanı nasıl kullandığımız ve dünyaya neden geldiğimizi düşünmek ve bu bilinç düzeyi ile yaşamak ile bağıntılı.
Yaşam ve ölüm arasındaki kısa sürede ne kadar bilinçlenir ve insanlığa her anlamda faydalı olabilirsek misyonumuzu tamamlamış olacağız.
Mesut YÜKSEL